29 Aralık 2009

Asgari Ücret Belirlendi

Asgari ücret, 1 Ocak 2010’dan itibaren, 16 yaşından büyükler için brüt 729, net 577.01 lira, 16 yaşını doldurmamış işçiler için ise brüt 621, net 499.62 lira olarak belirlendi. Milliyet
Gazetelerin internet kopyalarına ve televizyonların haber bültenlerine yansıyan bir haber; "Asgari Ücret Belirlendi..."

Birçok yerde bu konuda bir sürü yorum yapılıyor, yazılar yazılıyor, hesaplar rakamlar...

Çıkan sonuçlara bakıldığında devletin çalışanına layık gördüğü rakamlar ceza gibi. Normal şartlarda 4 kişinin yeterli beslenebilmesi için gerekli aylık harcama 794.63 TL olarak belirleniyor. Hesaplanan rakam hiç de abartılı değil; kendi mutfak masrafınızı gözden geçirin, sizler de yakın rakamlar bulacaksınız. Bu noktada 577.01 TL tutarındaki asgari ücretin karın doyurmaya bile yetmeyeceği ortada.

Elektrik, su, telefon, yakacak masraflarını henüz hesaplamadık. Bahsi geçen 4 kişilik ailede okuyan çocuk olması ihtimalini es geçtik. Henüz ev kirasından da bahsetmedik değil mi?

Yoksulluk sınırı 2,558 TL

Türk-İş, aralık ayında 4 kişilik bir ailenin açlık sınırını 795, yoksulluk sınırını 2 bin 588 TL olarak hesapladı. Milliyet

Diğer masraflar da ortalama değerler alınarak eklendiğinde ortaya çıkan sonuç daha da anlaşılmaz. 2 bin 588 TL...

Asgari ücretin üzerinde maaş alan birçok çalışan bile bu rakamı kazanamıyor bu ülkede...

Çözüm hakkında fikri olan ?

25 Aralık 2009

Lanetli Cuma

Bu nasıl bir gündür Allahım... Terslik üstüne terslik...

Bir arkadaşımın eşi aradı, arkadaşım stres sebebiyle rahatsızlanıp hastaneye yatırılmış, bir başkası verem teşhisiyle yoğun bakıma alınmış, bir başkasının babası Antalya' da kalp krizi geçirmiş, bir başkası Adana' da kaza yapmış...

Bitsin artık şu gün... Tam anlamıyla lanetli cuma...

23 Aralık 2009

Yolcu Yolunda Gerek

İrkildim de uyandım az evvel, uyuyakalmışım... Ne de güzel rüya görüyordum...

En son biri bir masal anlatıyordu; bir kuğu ile bir karganın hikayesi vardı o masalda... İçim geçivermiş...

Nerede şimdi o masalı anlatan ? Hay aksi, gitmiş o da, bir teşekkür de edemedim...

Ne var canım, çocuklar mı dinler sadece masalları, onlar mı inanır sadece ?

Ömür de bir masal değil mi zaten ? Kuş misali ya hani insan; bir varmış, bir yokmuş...

Neyse; yolculuk vaktidir... Kal sağlıcakla...

22 Aralık 2009

Google' dan Yılbaşı Hediyesi


Google' dan bu sabah bir e-posta geldi; bir yeni yıl kutlaması... Başta sıradan bir yılbaşı mesajı olacağını düşünmüştüm ama işin rengi farklıymış... Gelen mail şöyle;


Merhaba,

Yıl sonu yaklaşırken size 2009 yılında bizi yalnız bırakmadığınız, enerjiniz, bağlılığınız ve güveninizle daima yanımızda olduğunuzu hissettirdiğiniz için teşekkür etmek istedik.

Bu sene yeni yılınızı kutlamak için, dayanışma ruhuna uygun, daha farklı bir şey yapmaya karar verdik. Bu farklılığı, yeni yılın taşıdığı heyecan ile bağdaştıracağınızı umuyoruz.

Sizinle 2010 yılında da yeni başarılara imza atmak için sabırsızlanıyoruz.

Mutlu Yıllar,

Google Ekibi
Verdikleri link' i ziyaret ettiğimde ise çok keyiflendiğim ve ayakta alkışlanacak bir mesajla karşılaştım...

Google, dünya genelinde 25 büyük yardım kuruluşuna toplamda 20 Milyon USD bağış yapmaya karar vermiş...

Bu güzel girişimden dolayı Google' ı hem kutluyor, hem de teşekkür ediyorum...

11 Aralık 2009

Müttefik... fik fik fik...

Bugün gelen bir maili ve ekindeki fotoğrafı paylaşmak istiyorum sevgili okuyucular :)) Büyük müttefikimiz ABD' nin insanötesi süper başkanıyla sevgili başbakanımızın diyaloğundan bir sahne :D

RTE'nin İngilizcesi "one minute" ile sınırlı olunca Obama mesajı "elle" veriyor :))))))
Anlayana :)))))


Düğüm

Hasreti bağlıyorum halatlarla,
Sürüklenip akıntılarda gitmesin diye...
Umut gibi oldu artık bana,
Sen' li hasretler yaşatıyor beni...
Hergün bir düğüm daha atıyorum halatlarıma...
Canım, canımdan kopmasın diye...

9 Aralık 2009

Açılım - Şehitler - Gerilim

Hükümetin adını bir türlü tutturamadığı ve en son demokratik açılım olarak karar kıldığı sözüm ona çözüm paketinden çıkanları hepimiz gördük; basit bir rant çabasından öteye gidemedi. Bir grup teröristin alkışlarla, omuzlara alınarak başköşeye buyur edilmesiyle de bir güzel süslendi...

Barış elçileriydi ya gelenler, birkaç gün içinde hemen açıklamalar yapmaya, örgüt propagandası yapmaya başladılar. Bunları da saldırılar, eylemler takip etti...

İşin en vahim yanı da bütün Kürt kökenli vatandaşlar da, bizzat hükümet tarafından teröristlerle aynı çerçeve içinde değerlendirildi.

Sonra o günlerde Küçükçekmece' de bir otobüse atılan molotof kokteyli yüzünden bir genç kız ağır şekilde yaralandı. Bu kadar zaman acı çektikten sonra da hayatını kaybetti. Ne için ? Kimin yüzünden ?

Hatırlayalım; hükümetin daveti üzerine, törenlerle karşılanıp, neredeyse kahraman ilan edilen bir avuç zibidi teröristin yandaşları tarafından katledildi, sözüm ona, Kürt halkının özgürlüğü için savaştığını iddia eden terör örgütü militanlarının eylemi yüzünden öldü...

Dün bu olayı düşünürken aklımdan geçen cümlenin fikir olarak birebir aynısını bugün BestFM' de Cem Arslan' ı dinlerken onun ağzından duydum, sanırım onun söylediği şekli şöyleydi; "Hrant Dink' in cenazesini reyting şovuna dönüştürüp koşa koşa giden, hepimiz Hrant Dink' iz diye bağıranların hiçbiri, Serap' ın cenazesinde yoktu... Filistinde yaşananları protesto etmek için sürgülü minibüs kapılarından sarkarak gezip bağıran çağıran sakallı cüppeliler de yoktu..." Ağzına, yüreğine sağlık Cem Arslan...

Neredeydiniz ? Hrant Dink öldükten 2 saat sonra binlerce pankart, tabela, afiş hazırlanmış ve organize olunup, yürüyüş düzenine geçilmiş vaziyette, boğazı patlayıncaya kadar saatlerce bağıranlar, bu yavrucak için de bağırdınız da biz mi duyamadık ?

Ne Hrant Dink' e düşmanım, ne Filistinde yaşananları görmezden geliyorum. Hrant' da bu ülkenin evladıydı, Filistinde ölenler, acı çekenler de insan...

Ama gelgelelim, o gösterilere, mitinglere koşanlar ne terörist eylemlere karşı bir protestoda görülüyor, ne teröre kurban giden gencecik bir kızı görüyorlar.


Öte yandan terörist örgütün resmi temsilcileri mecliste gövde gösteri yapıyor, Öcalan köpeğinin hücresi 6 santimetrekare küçüldü diye ülkeyi ayağa kaldırmaya çalışıyorlar, o kadar örgüt propagandasından sonra partileri kapatılacak diye yaygara koparıyorlar, Başbakanın karşısına çıkıp, Öcalan' ın sözcülüğünü yaparak, koskoca Türkiye Cumhuriyeti Başbakanına şartlar öne sürüyorlar... Bir yandan da yurdun her yanında terör örgütü militanları karakol basıyor, olay çıkarıyor, polise askere saldırmaya devam ediyor. Hükümet barıştan, demokrasiden (nasıl bir barışsa bu) bahsederken ve teröristler de şartlar ileri sürerken ülke birbirine giriyor. Gerilim yükseliyor, halk protestolarla cevap veriyor, tansiyon tavan yapıyor...

Yedi tane yiğit, yedi ateş parçası olup ülkenin üzerine düşüyor...

Yine şehit veriyoruz... Eminim ana babaları şöyle diyor, aynı benim gibi, birçoğumuz gibi; "Vatan sağolsun..."

Daha ne diyeyim;

UYAN TÜRKİYEM !!!

6 Aralık 2009

Yuvarlağın Köşeleri

Aşka gönül ile düşersen yanarsın.
Zeka ile düşersen kavrulursun.
Akıl ile düşersen çıldırırsın.
Duygu ile düşersen gülünç olursun.
Aşka düşmezsen kalabalığa karışırsın, ezilirsin.
Sersem sersem bakınıp durma bir yol seç.

Özdemir ASAF

Yalın

Her seven
Sevilenin boy aynasıdır.
Sevmek,
Sevilenin o aynaya bakmasıdır.

Özdemir ASAF

Noktasız

Biri gelir sorarsa
Sana beni sorarsa
Gitti der misin
Gittiğimi söyler misin
Gidiyorum ben sana
Benimle gider misin.


Özdemir ASAF

30 Kasım 2009

Denedim



Denedim, hemde defalarca...
Sildim, bozdum, yeniden yazdım...
Bütün bildiklerimi peşpeşe dizdim,
Parmaklarım kanayıncaya kadar çaldım...
Olmadı...
Seni anlatacak şarkıyı yazamadım,
(Sözümü tutamadım...)


29 Kasım 2009

Koşmak İstiyorum



Nefesim kesilene kadar,
Yorgunluktan bayılıncaya kadar,
Bir adım daha atacak mecalim kalmayıncaya kadar,
Koşmak istiyorum...
Sana doğru,
Olduğun yere,
Olduğun yöne...
Biri çalmalı artık başlama düdüğünü...
Biri elini uzatıp "gel" demeli...

Bir adım atsan bana doğru,
Ben sana binlerce adımla geleceğim,
Hemde koşa koşa...
Tüm acılarından arınmış,
taptaze umutlarla donanmış,
baştan ayağa aşkla kutsanmış kalbimle...


.:.

Haydi,
Elini uzatıp "gel" de bana...
Koşmak istiyorum,

Sana doğru,
Olduğun yere,
Olduğun yöne...

20 Kasım 2009

Sayende


Senin nefes aldığın her yer bahara dönüyor birden...
Hayat tazeleniyor göz kapaklarını her kapatıp açışında...
Ve güneşin varlığı anlam kazanıyor her gülümseyişinle...

Gün ve gece değerleniyor,
Seni bekledikçe...

Elini Uzat


Yaşanacak daha birçok güzellik,
Söylenebilecek binlerce güzel söz varken,
Geriye dönüp baktığımızda, gurur ve huzurla anabileceğimiz,
Tertemiz bir hayat yaratma şansımız,
Ellerimiz birleştiğinde herkesin karşısına dikilebilecek,
Tüm zorlukları altedebilecek gücümüz varken...

Bir tek elimizi birbirimize uzatmaya cesaretimiz yok...

Ya yoksa, ya orada değilse aslında ?... Ya hayalse ?...
Ya bir anda yıkılıverirse perde, biterse bu rüya ?...

Bunu nasıl kaldıracak yüreğim...

19 Kasım 2009

İnanmak

Kimi zaman maddesel olarak varlığından emin olamadığımız ya da duyularımızla ispatlayamadığımız halde, zihnimizi inandırmak suretiyle kabul ettiğimiz birçok kavrama inanabiliyoruz...

Kimi zaman da gözümüzün önünde duranı inkar ediyoruz... Gözümüze giren, görmemek için kör olmak gereken gerçekleri kaçırabiliyoruz ya da yok sayıyoruz...

Sevmek de böyle bir kavram. Duruma göre, işimize gelip gelmemesine göre, ortama, kişiye göre değişen sebeplerle ya yoktan var ediyoruz onu ya da olanı yok etmeye çalışıyoruz... Şüpheleniyoruz; gerçekliğinden, onu sunanın dürüstlüğünden, samimiyetinden, içtenliğinden...

Bir yerlerden kapılırsak da akıntıya, ilk şaşkınlığı atlatınca tutunacak başka dallar arıyoruz. Nehrin sonunda bizi ne beklediğini kestiremediğimizden olsa gerek, bir an önce akıntıdan kendimizi kurtarmaya, duygularımızın bizi sürüklediği belirsizlikten kurtulmaya çabalıyoruz.

Ama panik yaparsak boğulabiliriz...

Biraz sakin olmak gerekiyor belkide... Biraz bekleyip, görmek neler olacağını, akıntının ne yöne gittiğini...

Biraz sonra herşeyin daha iyi olabileceğini umut etmek en azından... İnanmak...

18 Kasım 2009

O Melodi

İlk duyduğumda çok hoşuma gitmişti... Kendimi başka bir zamanda, başka bir yerde hissetmiştim...

Sonraları heryerde duymaya başladım ama bendeki büyüsü kaybolmadı bir türlü...

Sonra bir gün onun telefonunda zil melodisi olarak kayıtlı olduğunu farkettim bu müziğin; birilerine yalvar yakar buldum kopyaladım... Artık o her aradığında sanki yanıbaşımda, elimi uzatsam değecekmişim gibi gerçek görünen silüetine bakarak konuşabiliyordum, onu hatırlatıyordu bana. Sadece o aradığında çalıyordu o büyülü melodi telefonumda.

Birgün onu yolcu ettim, havaalanından uğurladım... Sonra oracıkda, kaç defa bu melodiyi dinlediğimi hatırlamıyorum. Sanki bir daha hiç gelmeyecekmiş gibi hissettim nedense, onu bir daha asla İstanbulda göremeyecekmişim gibi geldi... Tutamadım kendimi de, gözyaşlarımı da... Onunkimiydi bilmiyorum ama kalkan uçaklardan birinin arkasından bakakaldım gözden kayboluncaya kadar... Eve dönene kadar da ıslaktı gözlerim...

Onun da evine sağ salim vardığı haberini alana kadar nefes alamadım neredeyse; hemen her yolculuğunda olduğu gibi... Dualar ettim ondan bir haber gelene kadar...

Sevmek güzel şey be...



Biliyorum çok bildik bir melodi herkes için, hatta duymaktan sıkılanlar bile vardır ama benim için hep özel olarak kalacak, kusura bakmayın...

Game Over


"Hayat bilgisayar oyunu değil, mario' nun bile 3 canı var, bizim 1 tane...

Ama level atlamak zorundayız yoksa bütün ömür gözlerimizin önünden biz mal gibi bakarken akıp geçiyor..."

9 Kasım 2009

Kimin Parası ?

Akşam gazetesinin yayınladığı bir habere göre alkışlarla karşılayıp, bağrımıza bastığımız sayın teröristlerimize bir de sıkıntı çekmesinler, kendilerine bir hayat kurabilsinler diye, 5000 TL nakit destek ödemesi yapılacakmış... Geldikleri kampta peydahladıkları piçlerine vatandaşlık verilecek, askerlik çağında olanlara fazladan 1 yıl süre tanınıp kendilerine bir düzen kurmalarına müsade edilecek... (Bu arada ben askere giderken bir sürü sıkıntılı durumum vardı ve ek vakit olmadığı için çoğunu bırakıp gitmek zorunda kaldım ve bazı sorunlarım kangrene dönüşmüştü...)

Öte yanda 80 yaşında bir Kore Gazisinin açlık ve soğuktan öldüğünü anlatan başka bir habere rastlıyorum... İçim ürperiyor, ellerim titriyor...


Ülkede işsizlik almış başını gidiyor... Asgari ücret açlık sınırının altında... Ülkenin dış ve iç borçları var ve ödeme zorlukları çekiliyor... Birçok firma kapandı ve kapanmaya devam ediyor... Esnaf kan ağlıyor... Gençler üniversite harçlarını ödeyebilmek için ders saatleri dışında bir işte çalışmak zorunda kalıyor... İnsanlar evlerine ekmek götürmenin derdinde...

Hükümet ne yapıyor ? Bunlara çözüm bulmak yerine, artık kimden nasıl bir talimat aldılarsa, bu ülkenin bütünlüğüne göz dikmiş, toprağına mayın döşemiş, vatandaşına kurşun sıkmış, askerine roketlerle saldırmış terörist köpeklere, benim vergilerimle, sizlerin vergileriyle toplanan paralardan, devlet hazinesinden destek ödemesi yapmaya karar veriyor...

Kimin parasını, kime veriyorsunuz ? Bu mu sizin adalet anlayışınız ? Bu mu kalkınma planınız ? Adalet ve Kalkınma kavramlarını böyle mi yorumluyorsunuz ?


Nerede sizin ülkeye, vatana, vatandaşa saygınız ?


Alnının teriyle okuyup, çalışıp, emek verip bir yerlere gelen bir sürü sanayici, esnaf, çalışan var... Bunların arasında bir sürü Kürt' de var. Çerkes, Laz, Türk gibi... Bu insanlara destek kredisi verecek olsanız kabul edilebilir, istihdam yaratıyorlar, ekonomik sistemin içerisinde bir rolleri var, desteklenmeleri çok mantıklı... Kriz ortada, teğet de geçmedi. Girdi bir yerlerimize, girdiği gibi de kaldı... Kapansın mı bu işletmeler, batsın mı bu sanayiciler, esnaflar, onca insan işsiz mi kalsın ?


Bir de düşünün bakalım, terörist nereden buluyor bu desteği alma hakkını ?


Gazilerinizin yüzüne nasıl bakacaksınız ? Şehit ailelerinin karşısına nasıl çıkacaksınız ? Nasıl izah edeceksiniz onlara bu yaptığınızı ? Tek gerekçeniz teröre çözüm bulmak mı ? Bu mudur yani en mantıklı çözümünüz ?


Ekonomik parametrelere, detaylara, ek araştırmalara gerek yok, olay bu kadar basit,bu kadar kolay anlatılabilir...


Uyan Türkiye' m...

3 Kasım 2009

Çaba

Anlatılmamış düşlerim

Çabam
İnanç üzerine,

Güven üzerine...
Geçmişimden kalan tüm acılar ve izlerle,
Beni posaya çeviren,
Çocuk kalbimdeki bütün heyecanı
Söküp alan hayata karşı bir direniş...
Yeniden ayağa kalkabilmek,
Saçlarımın arasında yeniden
Rüzgarı hissedebilmek,
Gözlerimi kamaştıran güneşin sıcaklığını
Tenimde yeniden hissedebilmek adına...
---
Yüreğinin ateşi eline vurmuş
Bir can üzerine arayışım,
Üşüyen zihnimi, yaralanan ruhumu saracak,
Gözümden damlayan kanı silecek bir yoldaş...
Aşılmaz sanılan yollarda,
Uzun ve çetin yolculukları göze alıp,
Korkmadan, düşünmeden, çekinmeden canını koyacak,
Benimle savaşacak bir dost üzerine arayışım...
---
İnanmak için...
Güvenmek için...
Yeniden nefes alabilmek,
Yeniden gülebilmek,
Tek yürek, tek nefes olabilmek için...

(Arala gönlünün kapılarını,
Bütün kırıkları onarayım...)

Yepyeni bir güne, tazelenmiş bir ülkeye, tertemiz düşlere
"Merhaba" diyelim... elele... ve ölünceye dek... masal tadında... ve gün gerçekliğinde...

İndirdim kalemin bütün köprülerini, kırdım kilitleri...

1 Kasım 2009

İki Nefes Arası

Nefes almadığın an ölmekle eşdeğerse eğer, mütemadiyen ölüp ölüp dirilmiyormuyuz ?

Bir sonraki nefese kadar neler geçiyor beynimizden ? Peki öldüğümüzde neler düşüneceğiz ?

Pişmanlık ? Üzüntü ? Yarım kalan düşler, Ukdeler, Keşkeler ?...

Şimdi zaman bol gibi görünüyor, "bu yaşa kadar neler atlattım ben..." demiyormuyuz hepimiz ?

Ya biraz sonra ? Garantin mi, sözleşmen mi var ? Olmadığına göre ?

Şu anı nasıl böyle hoyratça savurup atabiliyorsun ? Zaman bu kadar mı kıymetsiz ?

Elinin tersiyle ittiğin bütün umutlar, hayaller, sevgiler bir gün zihninde hesap sormayacakmı sana ? Bizzat kendin hesap sormayacak mısın bir gün kendine ?

Emin misin bunların olmayacağına ?

...

28 Ekim 2009

Lavinia Gitti

Ne o anlatabildi derdini, beklentisini, sıkıntısını, ne de ben... Arada birşey eksikti, bir yerde bir kopukluk olmuştu ama çözemiyorduk bir türlü... Her söylenen cümle aslında başka birşey anlatıyormuş gibi geliyordu ikimizede. Hep bir tedirginlik, sürekli bir savunmaya hazır duruş vardı.

Uzun zamandır böyleydi diyaloglarımız. Ne kesip atabiliyorduk herşeyi, ne yok sayabiliyorduk. İnanıyorduk aslında ama içerimizde bir yerde hep o şüphe vardı, o sinsi, o kemirgen şüphe; "yoksa yine mi saldıracak"... Hangimiz ya da ne sebep oldu buna hiç önemi yok. Ne bir olay ne de bir başkası olamazdı zaten, sonuçta sebep bizdik ama gerekçelerimiz yoktu; kopuktu zincir, olduramıyorduk...

Varılan noktada kimin ne derece zarar gördüğü, neyi kaybettiği ya da ne kazandığı tamamen anlamsızlaşıyordu çünkü ortada bir sonuç yoktu...

Verdiği karardan onu geri döndürmem imkansızdı biliyordum bunu. Tüm yaşanmışlıkların hatırına ikimizde saygıyla susmaya çalışıyorduk. Kimi zaman öfkemizi, kimi zaman sevgimizi içimize bastırıp, susarak ya da ıslık çalarak geçiştiriyorduk o anı, birbirimizi kırmamaya özen göstererek.

Ama o aklına koymuştu bir kere; gidecekti... ve bir gün gitti... eski dünyasına, acılarına, eğlencesine, yalanlarına ya da gerçeğine; kendisi nasıl tanımlıyorsa oraya döndü. Zamanında kaçmak için bana sığındığı o kalabalık dünyaya...

Üniversite yıllarımdı. Sevgili kedim Lavinia artık yanımda değildi, gitmeyi kendi seçmişti... Aylar sonra bir ara sokakta karşılaştık. Korktu benden ve kaçıp karşı kaldırıma geçti. Sonra da ben köşeyi dönüp kaybolana kadar arkamdan baktı... Ağlıyor muydu ne ?...

25 Ekim 2009

Arif'e Tarif

Aşkın tanımı ya da tarifi olmaz aslında, olmamalıdır... Doğaldır çünkü, doğaçlamadır. Birdenbire çıkar ortaya, kontrol edemezsin ya da dizginlenemez... Kişinin kontrolü dışında olduğu doğrudur, öyle değilse zaten o aşk değildir... Planlanan, hazırlık yapılan, neler olacağı öngörülen bir ilişki ancak ticaret olarak adlandırılabilir... Diyeceğim; bırakırsın kalbinin dizginlerini, o ne şekilde isterse öyle hareket eder aşık olunca...

Aşk matematik ile açıklanabilecek bir değişkenler dizisi ya da formül değildir. Parametreleri olmaz, olmamalıdır. Onu parantez içine alırsan, matematiksel bir anlam kazandırmış olmazsın, sadece hapsetmiş, cezalandırmış olursun.

Bir takım kimyasal reaksiyonlara sebep olur. Daha zinde, mutlu hissedersin kendini mesela... Ya da karşılığı olmayan bir aşk ise yaşadığın göğüs kafesinde sürekli bir basınç, kalp ritminde dengesizlik, halsizlik ve yorgunluk yaşaman olasıdır...

Başka duygularla tepkimeye de girer ama periyodik cetvelde karşılık gelecek bir değer bulamazsın onun için...

Başka duygularla birlikte yaşanması, vereceği hazzı, mutluluğu, sürekliliğini, geleceğini etkileyebilir aşkın... Mesela;

22 Ekim 2009

Büyük Karşılama

İktidarın daha kimseye net olarak açıklayıp anlatmadan, henüz tam olarak onay alamamış, sadece belli çevrelerce kabul görmüşken apar topar uygulamaya başladığı asli amacı çok da çelişkili görünen açılım politikasının bir adımı olarak malumunuz bir grup terörist güzel ülkemde törenlerle alkışlarla, çiçeklerle karşılandı, yorgunlardır diye sorguları bile uzatılmadan kısa kısa halledilip serbest bırakıldılar... Hem de insanların Atatürk adını andılar diye, ülkemi seviyorum dediler diye hapislere atıldığı, aylarca sorgulandığı, terörist damgası yediği bir hukuk sistemiyle korunan güzel ülkemde oldu bunlar... Hepimiz biliyoruz, takip ediyoruz zaten...

Ben bu konudaki kızgınlığımı, şaşkınlığımı, anlam verememe durumumu nasıl anlatsam, içimdeki nefreti nasıl kussam diye düşünürken, Vatan Gazetesinden Mustafa Mutlu çok güzel toparlamış, paylaşmak istedim... Yazısına buradan ulaşabilirsiniz...

İçişleri Bakanı Beşir Atalay, “eve dönüş”ün, demokratik açılım sürecinin bir safhası, planın bir parçası olduğunu açıklamış...

Bu sözler, Türkiye Cumhuriyeti’nin yasalara saygılı vatandaşlarından saklanan ‘açılım paketi’nin, PKK’yla ve Kuzey Irak yönetimiyle paylaşıldığının itirafı anlamına gelmiyor mu?

Uyan Türkiye'm !!!...

20 Ekim 2009

Welcome to Turkey

Hükümetimin karar verdiği kürt açılımı olayında son olarak "barış" grubu yolladılar yurduma.. Sevsinler!!!!!

Açılım konusunda sanırım tıkanıp kalınca herkes, kendilerince böyle bir hamle yapmayı uygun gördüler. Amaç belli. Türk Devleti'ni tartmak!!! Gönderilen teröristlere nasıl davranıldığını gözlemleyip "bakın biz size zeytin dalı uzattık ama siz hiçbir şey yapmıyorsunuz" diyebilmek.

Savaş bitecekmiş!!
Hangi savaş?
Yüzyıllardır aynı toprakta yaşayanların, ne için olduğunu bilmeden birbirlerini öldürdükleri savaş mı?

PKK silahları susturacakmış!!
Hangi silahları?
Bir yandan devlete terörle mücadelede yardım sözü verip, diğer yandan el altından teröristlere yardım edenlerin temin ettiği silahlar mı?

Uyanın artık!!!
Gönderilen teröristlerin hiçbirinin eli silah tutmadı, çatışmaya girmedi..Bu yüzden jet hızıyla yargılanıp evlerine gönderildiler.

12 Ekim 2009

Hayata Bir Mola

Birçok blog yazarı arkadaş dönem dönem mola verdi yazmaya, sıkıntılar, çözülemeyen sorunlar, belki ayrılıklar, görevler, dersler... Benim de dinlenme zamanım geldi...

Herkesin kendine göre bir derdi var elbet... Benim derdim kimi gerer bilemem. Kimin umrunda olur o da belli değil, an itibariyle çok da umrumda değil aslında...


Yazacak binlerce cümle vardı aklımda, koca bir roman yazabilirdim hayatımın bizzat kendisiyle. Kelimelerle oynayıp, cümlelerle dans edebilirdim bende bazıları gibi... Kalemim kırıldı...


İsteyen oturup ağlar, isteyen kına yakar bir tarafına...

Sonra da isyan ediyorsun diyorlar... Kimin tavuğuna kışt demişim bu güne kadar ?


Kimse alınmasın üstüne; kim alınacaksa... Ben masal değildim, gerçeğin ta kendisiydim, kimsenin de ayağına dolanmak değildi niyetim, dolanmadımda... Ama... herneyse...


Yanarım yanarım da, bir keşke daha eklendi hayatıma, ona yanarım... Keşke olmasaydı bu yeni keşke eki hayatıma ama bu istek bile başlıbaşına bir keşke...


Sen benim hiçbirşeyimsin
Hiçbir sevişmek yaşamışlığım
Henüz boş bir roman sahifesinde
Hiç kimse misin bilmemki nesin
Ne çok çığlıkların silemediği
Zaten yok bir tren penceresinde



9 Ekim 2009

Gülümseyerek

Bütün yaşananların ötesinde,
Hayatın inişleri, çıkışları sonrasında,
Çekilen acılar, duyulan sancılardan daha içeride,
Hepsinden daha gerçek bir "sen" var...
Tam karşısında da bir "ben"
Nefesini dudaklarının tam ucunda hissetmediği her an
Ölümü ciğerlerinde hisseden bir "ben"...
Gel...
Lütfen...






Thanks for drawing @chelx

6 Ekim 2009

Envanter

Bazen telaşlanıyor insan. Etrafında neler olup bittiğini anlamaya çalışırken, ayrıntıları anlamaya, yorumlamaya çalışayım derken, gözünün önündeki gerçeği, bütünü kaçırıveriyor.

Ben de öyle oldum bir süredir. Aman bir heyecan, bir kovalamaca... beter... Bezdirecek seviyelere varıyorum kimi zaman; farkındayım... Sağolsun, arada haşlasa da bana karşı her zaman sabırlı davranan bir sevgilim var da, garibim "ya sabır" deyip uğraşıyor benimle... Üstelik onun benim sabrıma ihtiyacı varken hemde... Seviyorum onu...

Güzel bir işe başladım, huzurlu çalışabildiğim, sabahları üşenmeden gidebildiğim bir işyerindeyim. Keyifli de geçiyor zaman, akşam olduğunu arkadaşlar "gidiyoruz" dediğinde farkediyorum, Allah bozmasın... Elimde birkaç proje, benim aklım hülyalarda... Biri bana bir çimdik atıversin bir zahmet... Sakallarımı kestikten sonra ortaya çıkan dobalak yüzümü görünce genel müdürüm "bu ne hal, hemen istifanı hazırla..." dedi ama o sırada kahkaha atıyor olması şaka olduğu anlamına gelir... değil mi ? Sırada, herkesi daha çok şaşırtacak sürprizlerim de var, bakalım onlara ne diyecekler :)

Evimizde yaşadığımız bazı sağlık sorunlarını da atlatmaya başladık. Arada bir her evde olan gerginlikler tartışmalar bizde de yaşanıyor elbette ama, herşeye rağmen akşam kapıdan girince, "hoşgeldin" diyen yüzlerle karşılaşmak keyifli. Akşam yemeğinde günü konuşabilmek, çay eşliğinde eskilerden konuşup dertleşebilmek...

Defalarca maddi sıkıntı yaşadım, birçoğumuz gibi... Kimsenin hayatı toz pembe değil, herkesin de derdi sıkıntısı kendine ağır malum... Benimkiler de bana göre ağırdı. Hepsi halloldu bir şekilde, kapandı, çözüldü... Kalan kırıntıları da temizliyorum bir yandan. Allah daha büyük keder vermesin, sağlığım yerinde çok şükür. Para içinde yüzüp acı çekmektense, sıkıntı çekip, huzurlu olmayı yeğlerim. Kimseye boyun eğmek zorunda kalmadım, umarım olmazda...

Şöyle bir geriye dönüp baktığımda pişman olduğum hiçbirşey yok... ya da en fazla herkes kadardır... bilemiyorum... ama benim vicdanım rahat en azından. Tahminim beni küfür ederek anan da yok, bu da iyi birşey... Bay mükemmel değilim ama insan olmaya çalışıyorum sadece...

Güzel güzel... Ters birşey yokmuş... Güzel birkaç dost, huzurlu bir aile, bir de dosttan öte, candan içeri yoldaşım, sevdiğim var... Daha ne istiyorsun be adam ?...

Sorgu

Hani çok sabırlıydın, hani bir ömür bekleyecektin ? Ne bu acele, kim kaçıyor da kovalıyorsun ?

Zaman mı düşmanın, mekan mı ? Kendine mi uzaksın, sabıra mı yakın ?...

Gidecek yolun mu kalmadı, yürüyecek gücün mü ?

Savaşacak cesaretin mi yok, sebebin mi ?

İdeallerin mi hayal oldu, tutkuların mı tükendi ?

Biraz ağır, biraz sakin... yok kaçan, göçen... Laf anla biraz ey gönül...

Site İstatikleri

Site İstatiklerini Etkileyen Faktörler

Arkadaşlarımın şikayetlerinde duyduğum ya da web projesi hizmeti verdiğim firmaların istatistiklerinde gördüğüm en manasız durum, doğrudan site adresi ile yapılmış aramalardan gelen ziyaretçilerdir... "www.herturlu.info" ya da "herturlu.info" gibi...

Sonradan farketmeye başlamıştım, insanlar açılış sayfası olarak ayarladıkları herhangi bir arama motoru sayfasının arama kutucuğuna açmak istedikleri sitenin adresini yazıp gelen arama sonuçlarına tıklayarak ulaşmak gibi bir alışkanlık edindiler. Bu yüzden site istatistiklerini incelediğinizde de sitenize ziyaretçi gönderen anahtar kelimelerin birçoğu, doğrudan sitenizin adresi ya da tam adrese yakın çeşitli varyasyonları oluyor. İnsanların bu garip alışkanlıkları da devam ettikçe anahtar kelimelerden anlamlı sonuçlar çıkarmak, bunları değerlendirmek, diğer kullanıcıların yönelimlerini, ne arayıp ne bulduklarını analiz etmek de zorlaşıyor. Velhasıl, ulaşmak istediğiniz siteleri ancak bir arama sonucu bulabilecek durumda değilseniz, tam adresini biliyorsanız, lütfen arama motorunun kutucuğunu değil, tarayıcının adres çubuğunu kullanın.

Site sahiplerinin bu istatistiklerde gezilen sayfa sayısını artırma, sitede kalınan süre ortalamasını uzatma ve benzeri çabaları yüzünden kendi sitelerinin defalarca okudukları sayfaları arasında gezindiklerine defalarca şahit oldum. Bunun faydalı olacağı gibi bir kanaat var insanlarda garip bir şekilde. Aksine yine asıl ziyaretçilerin oluşturduğu trafikle ilgili sonuçları anlamsız bir şekilde etkilediği için içeriğin geliştirilmesi, ziyaretçiye göre bir düzenleme yapılması durumunu zorlaştırıyor sadece...

Bu ve benzeri etkenlerle site istatistiklerinin çok etkilendiğini ve anlam vermekte zorlandığım ziyaretçi hareketleri olduğunu görüyorum bazı sitelerimde. Kullanıcıları özellikle arama motoru kullanımı konusunda daha hassas olmaya davet ediyorum :) Arama motorları adı üstünde arama yapmak içindir arkadaşlar, sitenin adresini adres çubuğuna da yazarsanız yine açılır o site :) Farkında olmadan başka insanların işlerini karmaşıklaştırıyorsunuz :)

3 Ekim 2009

Endamın Yeter

İçimden geldi işte, öylesine...

Endamın yeter, gözlerin yeter, uğramasın sana ne hüzün ne keder... Birden farkettim ki çok güzel anlatmış bu şarkı ruh halimi...


- Click here for more amazing videos

30 Eylül 2009

Sevgi Sorgulanmaz

Seven de sorgulanmaz... Neden sorulmaz sevgiye, sevene... Sevmek için elle tutulur bir sebep göstermek gerekmez. Binlerce farklı sebep sıralanabilir, hangisi en doğrusu, en mantıklısı, kim bilecek ? Biri bilse de ne önemi var, sevmeye mazeret mi gerek ?

23 Eylül 2009

Hasretinden Prangalar Eskittim

Binlerce defa okunmuştur ama tekrar hatırlansın diye...
----------------------------------------


Seni, anlatabilmek seni,
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni, anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmez,
Kahpe yalana.

Ardarda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül-gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım
Bir o yana,
Bir bu yana...

Seni, bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.

Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamdan,
Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,
Seni, anlatabilsem seni...
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini...


Ahmet Arif

16 Eylül 2009

Ses ver

Bir arkadaşım aşağıdaki maili gönderdi. Zincir maillerden nefret ederim ve "Bu maili yayabilir miyiz ?" başlığını görünce tereddütle açtım ama kesinlikle bunun duyurulması lazım diye düşünüyorum şimdi...

Sizlerden de ricam kendi imkanlarınızla bu haberi yayın, birkaç engelli çocuğa belki ses oluruz, bir hayır duasının bir ucu da bize dokunur...


Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı olarak 12 yaş altı işitme problemi olan, maddi durumu kötü, hiçbir sağlık güvencesi olmayan fakir çocukların tüm tedavisini ve kullandıkları işitme cihazını ücretsiz karşılayacağız.

Çevrenizde bu tür çocuklar varsa lütfen benim  telefonumu verin.

SEMA ONAY  (Rektör Asistanı)

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yurtiçi Yayın Koordinatörü

Cep Tel: 0543 291 65 65 - 0532 504 02 22        

Bu mail sizin için hiçbir şey ifade etmiyor olabilir ama, belki de ulaştıracağınız bir kişinin vasıtasıyla bile hiç tanımadığınız bir çocuğun umudu, zor dünyasında bir ses olabilirsiniz, elimizden geldiği kadar çok kişiye iletelim lütfen...

15 Eylül 2009

Ropörtaj - Erkan...

Sevdiğim bir arkadaşım, Erkan' la sohbet ederken bazı soruların ropörtaj tadında olmaya başladığını farkettiğimizde neden bu formata sokmayalım diye düşündük ve böyle bir çalışma çıktı ortaya...

Erkan uzun zamandır Rap üzerine çalışan bir müzisyen. Mütevazi ve dopdolu bir insan... Buyrun Erkan kendisi ve müziği hakkında neler söylemiş görelim...
-------------------------------------------------------


Öncelikle biraz kendinden bahseder misin ?...

82 İstanbul’da doğdum, ismim Erkan ve Şişli’de ailemle yaşıyorum..Hemen konuya girmek istiyorum izin verirsen, gerisi gereksiz detay olur benim için tabi bu detayları öğrenmek için yapmış ve yapacak olduğum şarkılarıma biraz olsun kulak kabartmanız gerekecek..

Küçük yaşlarda her meraklı çocuk gibi müzik fazlasıyla ilgimi çekti, iyi bir dinleyici olarak müzik icra etmeye çalışacağım hiç aklımda yoktu önceden, dinlediğim müziklerin yelpazesi genişledikçe daha da içine çekmeye başladı beni.

Tam tarih vermem mümkün değil ama işe söz yazmakla başladım yaklaşık 10 seneden beri.biraz müzik yapmakla yanıp tutuşmam, biraz da tanıştığım müzisyen arkadaşlarım sayesinde ilk demo kaydı, sonra diğeri ve sonra bir diğeri derken kendimi geliştirme çabasıyla bugünlerdeyim ve hala tek derdim kendimle yarışmak…

Neden rap ? ya da Rap senin için ne ifade ediyor ?

9 Eylül 2009

Bürokraside Temizlik

Gazeteler yansıyan bir haber, hükümetin marifeti ve kontrolüymüş gibi gösterilse de, "tespit ettik ve gereğini yaptık" havası yaratılmaya çalışılsa da, aslında devlet kurumlarının çeşitli kademelerinde kadrolaşmanın, akraba, eş dost kayırmanın ne boyutlarda olduğunun güzel bir örneği.

"Gece gelseler, pijamayla çıkar satarım" diyen maliye eski maliye bakanı ve onun amiri, "ben bu ülkeyi pazarlamakla mükellefim" diyen bir başbakan söz konusu olunca kadrolaşmayı çok görmemek lazım. Kaldı ki

6 Eylül 2009

Monolog

Bir ara şöyle bir yazı karalamışım...

Eskiden çok hönkürürdüm insanlara, hatta 20' li yaşlarımda, ne gerek varsa, kendime bir misyon yüklemiştim, insanlığı gerçeğiyle yüzleştirecektim... baktım ki ben kendi gerçeğimle yüzleşmemişim henüz; yalnızlığımla... Alkolik olmanın eşiğinden dönerken, bu salak görevden de istifa ettim. Uzunca bir süre ölümün herşeye çözüm olacağına inanmama rağmen aslında hayatı ne kadar sevdiğimi ve yaşıyor olmanın nasıl bir nimet olduğunu farkettiğimde eski sevgilime dönmeye karar verdim; İstoşuma... Sahiline aldı beni, bir de çay ikram etti... Dertleştik, seviştik, gülüştük... Sonra dedi ki bana;

- Nedir bu telaşın, yine gidecekmisin yoksa beni burada bırakıp, kendi masal dünyana...
- Masal dünyam tarumar İstoşum, orayı da talan ettiler... gidecek yerim de kalmadı artık...
- Ben sana söylemiştim zamanında; yavaş ol demiştim, ağır ağır yaşa, tadını çıkar hayatta olmanın demiştim...
- Ben de seni dinlememiştim... Haklısın...
- Ah benim uslanmazım...
- ...

5 Eylül 2009

Bir çeşit itiraf...

Klasik erkek hareketi olarak son günlerde bir sürü ayrıntıyı kaçırır oldum. Unutkanlık ve dikkatsizlikle karışık, özensizlik diz boyu... Kalp kırıyorum, can sıkıyorum. Amacını aşan cümleler kuruyorum...

Ben böyle değilim aslında sevgili, biliyorsun değil mi? Geçici birşey bu hanzoluk... Af, özür, rica... Hangisini uygun görürsen... Yeter ki kırılma bana, hevesini, heyecanını kaybetme... Kaybettirmeme de müsade etme...

Gölgelerin Gücü Adına


Küçük yaşta çocukların çok fazla televizyon seyretmesinin faydadan çok zarar getireceğinin herkes farkında. Asosyalleşme, dikkat dağınıklığı, konsantrasyon eksikliği gibi çeşitli sorunlara neden olabiliyor.

Ama yeni nesil bir acayip. Bir takım araştırmalar yapılmış ve çok fazla çizgi film izlemenin çocuklarda hiparaktivite' ye sebep olduğu görülmüş. Biz de çizgi film seyrederdik, hem de envai çeşit... Buna rağmen hiç kendimi camdan atmaya kalkmadım; "süpermenim ben uçabilirim" diye.. "Spiderman oldum, fışk fışk... nerde lan bu ağ ?!!! aaahhhhhhh" böyle bir sahne de yaşanmadı. He-Man oldum, Robotech robotlarından kullandım ama en büyük aksiyonum kolduktan atlamaktı. Yani ben mi fazla saftım bilmiyorum ama arkadaşlarımdan da yapan pek yoltu daha fazlasını... Gerçi bizim de çizgi filmlerde gördüğümüz en vahşi sahne Jerry' nin, Tom' un kafasına tavayla vurduğu sahnelerdi... Onun da aslında yanlış olduğunu kestirebiliyorduk, taklit etmiyorduk... Kardeşimin kafasına tavayla vurduğumu düşünemiyorum :)))

Ya nesil acayipleşti ya da çizgi filmler artık bir acayip... Yukarıda linkini verdiğim yazıyı anne babalar bir okumalı yinede...

Ball Clock

Bloglar için bir sürü eklenti bulmak mümkün ama şimdiye kadar gördüklerim arasında en etkileyici olanını sizinle paylaşmasam çatlardım... bir de bunu ekleyip blogun açılışını daha da geciktirmek istemedim, o yüzden konu olarak geçiştiriyoruz. Yine de aBowman' in bu yaratıcı ve sıradışı fikrini, uygulamanın başarısını da tebrik edelim...


Ne oldu bana ?

Sonbahar yaklaşıyor ondan mıdır anlamıyorum ama bana bir haller olmaya başladı yine. Garipleştim... Aman bir kapris, bir huysuzluk, bir şefkat beklentisi... garip haller, tavırlar...Şu aralar çekilecek adam değilim vesselam... Katlanabilenleri sevgiyle selamlıyorum.

Sonbahar hep hüzünlüdür. Bize dayatılan bir önyargı mıdır, yoksa havaların dengesizleşmeye başlamasından mıdır nedir, her sonbaharda bir hüzün, bir halsizlik çöker üstüme. Melankoli diz boyu ondan sonra...

"Daha ortalık sıcaklarla kavrulurken ne sonbaharı, ne havası ?..." diyeceksiniz. Deliye hergün bayramsa, hüznü seven adama da hergün sonbahar...

(181 adet rüya gibi güzel gün için tekrar teşekkürler güzel insan... 10000' leri de göreceğiz inşallah...)

3 Eylül 2009

Terabyte Disklere Neler Oluyor ?

Bir süredir depolama alanı ihtiyacım için terabyte' lara ulaşan kapasitelerdeki harici diskleri takip ediyorum. Kendi şahit olduğum birkaç olay ve duyduklarım bu kapasiteye ulaşmış disklere kaşı güvenimi epey sarstı...

Bir müşterimizden gelen bir harici diskte son 5 yıllık muhasebe dosyalarını saklıyorlardı ve artık o veriler yok ! Yakın bir arkadaşım bütün fotoğraf arşivini böyle bir cihazda saklıyordu, şimdi o arşiv tarih oldu. Bu arkadaşın bir fotoğrafçı olduğunu düşünürsek durumun vehameti ve onun ruh hali daha iyi anlaşılır. Bir başkasının da benzer bir şekilde yedekleri kayboldu. Diğer duyduklarım da cabası... Ürünlerin hepsi de çok yeni... Benim gariban 80 GB Seagate Barracuda diskim ise hala aynı performansda :)

Hepsinde de bahsedilen sorunlar mekanik kaynaklı. Diskten düzenli mekanik sesler gelmesi ve sistemin diski görmesine rağmen verilere erişilememesi ortak şikayet.

Bu şekilde kaybedilen verilerin data kurtarma merkezlerinde geri kazanılması mümkün. Ancak en iyi ihtimalle 500 USD ve üzerini gözden çıkarmanız gerekiyor. Arızalı diskin onarılması için bir başka diske ait parçaların kullanılabilmesi amacıyla parça alınan harddisk' in maliyeti, verilerinizi size aynı ya da yakın kapasitede bir diskle veriyor olmalarından dolayı o harddiskin bedeli ve çok hassas olan bu işlem için işçilik bedelini de düşünürsek aslında bedel yüksek değil ama Türkiyenin ekonomik şartları malum...

Eğer bu kapasitede harici disk kullanıyorsanız benzer bir sorunla karşılaşmanız an meselesi. Mümkün olan en sağlıklı önlem de bana göre DVD gibi farklı medyalara da yedek almak. Bazen datalar böyle bir medyaya sığmayabilir ama yedekleme yazılımları sayesinde yüksek miktarlardaki veriyi DVD' lere bölerek kaydetmek mümkün. Kurumsal yapılar da ise yüksek kapasiteli kartuşlar ya da benzeri materyalleri kullanmak ise harici disklere göre daha güvenli gözüküyor.

Bilişim dünyasının hayatımıza bu kadar girdiğini düşünürsek datalarımızın önemini anlarız. Aman deyim :)

31 Ağustos 2009

İnterneti Kapatma Yetkisi

Bilişimhaber.com' da rastladığım bir haber beni çok şaşırtmamakla beraber "pes" dedirtti... Bu habere göre interneti kapatma yetkisi ABD başkanına verilecekmiş. Senato tarafından hazırlanan 55 sayfalık bir taslak var ortada ve buna göre ulusal güvenliğin tehdit altında olduğu durumlarda ABD başkanı gerek görürse özel sektöre ait bütün internet ağlarının kontrolü başkanın eline geçiyor.

Bana göre bu karar, şu anlama geliyor; biz istediğimiz gibi at koştururken aradan çatlak sesler çıkar da bizim gösterdiklerimizden daha fazlasını dünyaya anlatmaya kalkarsa onu susturabilelim...

İnterneti normal yollarla kontrol altında tutmak zor. Bunun için ne teknik altyapı ne de internetin mantığı müsait değil. Daha önce hiç duymadığımız, asla farkına varamayacağımız bir sürü şeyi internet sayesinde öğrenebiliyoruz. Televizyon, radyo ya da basılı medyanın gücüyle karşılaştırılamaz büyüklükte ve yine onlara göre çok daha özgür ve kontrol dışı bir mecra internet. Bazı durumlarda gerçekten ulusal çıkarlarla çelişen, sıkıntı doğuran durumlar olabilir. Yasadışı örgüt üyelerinin Türkiye aleyhine propaganda çalışmalarına internet üzerinden rahatlıkla ulaşabileceğimiz örneği bunun ispatı. Ancak böyle bir durumda yasal yollara başvurmak, doğru makamlara başvurup gereğini yaptırmak mümkün.

Türkiyede uygulandığı gibi bir hakaret videosu var diye Yotube erişimini engellemeye çalışmak ancak kafanı kuma gömmek olur; bunu biliyoruz ve defalarca tartıştık, yazdık, çizdik... Bu durumda cezalandırılan biz olduk. Haklı tepkimizi gösterebilme, durumu leyhimize çevirebilme şansımız elimizden alındı. Farklı yollar denedik ve devletin yasakladığı yerlere illegal (!) yollardan ulaştık.

Haberde bahsedilen internet erişiminin durdurulabilmesi yetkisi ise zorbalığın ulaşabileceği son nokta bana göre. Türk adalet sistemi bütün dünyada yaptığıyla alay konusu olmuştu ama ABD' nin yaptığı ise duyulan nefreti katlamaktan öteye gitmeyecek.

Adam gelip benim toprağımı demokrasi ve refah getirmek, düzen sağlamak gibi türlü bahanelerle işgal edecek, sadece kendi istediği ayrıntıları dünya medyasına gösterecek, pisliğinin üzerini örtecek, ben "ey dünya sesimi duy, işgal girişimi var" demeye kalkarsam da bu ulusal güvenlik sorunu olarak değerlendirilip, elimdeki son iletişim imkanı da bertaraf edilecek. Irak örneğini hatırlayalım. Senelerdir süren işgalin uzunca bir dönem bazı ayrıntılarını bilmedik. İçten içe yanlış olduğunun farkındaydı bütün dünya ama bize sadece ölen "masum" Amerikan askerlerinin haberleri ulaştı. Sonra sonra, tecavüzlerden, işkencelerden, katliamlardan haberdar olmaya başladık. Farklı mecralar da kullanıldı ama internetin de çok etkisi oldu...

Bir sonraki hedef neresi ben kestiremiyorum ama işte orada bu hataya düşmemek, açık vermemek için, foyaları ortaya çıkmasın diye şimdiden hazırlık yapıyorlar.

29 Ağustos 2009

How to Learn Turkish

Daha önce WikiHow' da "How to make Adana Kebab" başlıklı bir yazıdan bahsetmiştim. Bu yazı o kadar ilgi çekti ki, blogun trafiğinin epey bir kısmı Adana kebabı için yapılan aramalardan geliyor. Meğer Adana kebabı yapmaya meraklı ne kadar çok vatandaşımız varmış :)

Biraz önce yine böyle eğlenceli bir konuyla karşılaşırım düşüncesiyle WikiHow' da geziniyordum ve oldukça hoşuma giden bir başlık buldum;

How to learn Turkish (Nasıl Türkçe Öğrenilir)

Türkçenin ne kadar zengin ve bir o kadar da esnek bir dil olduğundan, öğrenmenin ve Türklerle bu dil aracılığıyla konuşmanın ne kadar keyifli olacağından bahsediyor. Türkçeyi öğrenebilmek için birçok tavsiyede bulunulmuş. Türkiyedeki kültürel zenginlikten de bahsedilmiş kısaca...

WikiHow organizasyonunu bu şık hareketinden dolayı kutluyorum. Farklı dillerde bloglar yayınlayan arkadaşlardan da ricam bu makaleye linkler vermeleri olacak. Güzel dilimiz Türkçemizin hakettiği ilgiyi yakalaması, hakettiği yeri bulabilmesi için ufak ama faydalı bir hareket olacaktır...

28 Ağustos 2009

İki Kelime

Kimilerine göre partnerine karşı olan duygularını çok sık vurgulaman, ilişkinin yıpranmasına sebep oluyor... Birçok ilişki de sadece karşılıklı duygular dile getirilemediğinden bitiyor, yuvalar yıkılıyor...

Demek ki çok değişken bu durum. Kişiye göre, ortama, toplumsal değerlere, kültüre göre farklı bakış açıları var. Yine de her durumda ortada bir ilişki var. Ne olursa olsun yine birbirini seven insanlar, sevdalar var. Aşk engel tanımıyor ya da kalıplara sığmıyor yani...

Kendi adıma duygularımı saklamayı ya da içimde hapsetmeyi sevmiyorum, fırsatım varsa doya doya yaşamalıyım diye düşünüyorum; bu da benim tarzım... Arada bir karşısındakinden duymak da istiyor insan. Bazen bilmek, hissetmek, onu zaten yaşıyor olmak yetmiyor. O sesi, o cümleyle birleşmişken duymak istiyor...

"Seni Seviyorum..."

Dünyevi değerler arasında sevgiden daha kutsal ne var ?

9 Ağustos 2009

Bloglar ve Forumlar

Blogların popülerleşmesi ve ücretsiz kaynakların yanında verilen desteğin artması ile ilgi çığ gibi büyüdü, malum... Türkiyedeki internet kullanıcıları da bu mecrayı pek sevdi, ilgi gösterdi.

Kurumsal anlamda önemi firmalar tarafından çok az anlaşılmış ve uygulanmış olsa da Türkiyede daha fazla kurumsal blog oluşturulacağı konusunda da benim açıkçası pek ümidim yok maalesef.

Şahıslar ya da gruplar tarafından oluşturulan blogların içerikleri ve kullanım şekilleri şaşırtıcı derecede çeşitli ve bu çeşitlilik Türk kullanıcılar arasında da görülüyor.

Bir çok servis, blogunuzu tanıtabileceğiniz bir sürü mecra var. Bunlardan faydalanabilmek için ne yapılması gerektiği konusunda yüzlerce konu mevcut.

Blogların bu kadar yaygınlaşması ve daha çok kullanılır olmasından önce daha popüler olan forumlarda ise durum biraz vahim. Bana göre kullanımı daha kolay olan ve sağlıklı yapılandırıldığında, konu başlıkları doğru seçildiğinde bloglara göre çok daha faydalı olan forumlara ilgi gittikçe azalıyor. Yine de daha çok insana ya da kaynağa, daha interaktif bilgi alışverişi yapabileceğimiz ortamlara ihtiyaç duyduğumuzda hala başvurduğumuz ortam forumlar... Özünde bakıldığında bloglar da bir konu açılması, kullanıcıların onlara yorumlar bırakabilmesi ve bu yorumların da cevaplanabilmesi fikir olarak forumlarla gelişen bir yapıya dayanıyor. Web 2.0 diye kandırıyorlar sizi inanmayın :)

Forumların genel yapısını bilirsiniz; ana başlıklar, alt başlıklar ve konuları organize etmek, hedefi ve yapısı gereği forumlarda daha kolay olur. Bu sayede aradığınızı bulmak ya da elinizdeki bilgiyi paylaşmak daha kolay olur. Konuya eklenen mesajların takip edilmesi bloglara göre biraz daha kolay olduğu gibi, önceki mesajlardan alıntı yapılarak cevaplayabilmek de bir avantaj bana göre.

Üyelerin gönderdiği mesaj sayısına göre rütbe almaları sanki biraz ego okşama, teşvik etme gibi görünse de, forumlarda çok mesajınızın olması bir anlamda saygınlığınızın olması gibidir. Sorulan sorulara ya da tartışılan konulara ne kadar katkı yaparsa, kullanıcının rütbesi mesaj sayısına göre artar.

Üye kullanıcılar arasında özel mesajlar gönderilebilmesi farklı bir sosyal ortam oluşturabilir.. Mesela bir dönem biz HerTürlü.Net' de buluşmalar düzenleyip, üyelerimizle biraraya geliyor, shbetler ediyorduk. Daha farklı aktiviteler gerçekleştiren forumlar da vardı.

Hala varlığını devam ettiren forumlar da var. Bahsettiğim paylaşımda esneklik özelliği sayesinde gittikçe de büyüyorlar... Aradığımız bir çok detaylı bilgiyi hala forumlarda bulabiliyoruz.

Velhasıl bloglar geldi, mertlik bozuldu sanki :) Daha önce üye olduğunuz, takip ettiğiniz forumlar varsa tekrar gözden geçirmenizi, onlardaki yenilikleri de takip etmenizi öneriyorum kısacası...

28 Temmuz 2009

Open Directory Project

DMOZ - Open Directory Project
Uzun zaman sonra web çalışmalarımdan birinin DMOZ' da yer aldığını görmek çok keyif verici oldu. Kayıt isteğimi uygun bulup onaylayan editör arkadaşa teşekkürler :)

Open Directory Project olarak bilinen DMOZ, internetin en prestijli ve ciddi dizin sistemi olarak tanınır. Bir çok arama motoru sistemi ve dizin servisi bu kaynaktan yararlanır. Alexa verileri gibi, DMOZ kaydınızın olması da Google PageRank değerini etkileyen faktörlerdendir.

DMOZ, gönüllü editörler tarafından işlenir ve içeriği oluşturulur. Kayıt için başvurduğunuzda bölgeniz ya da başvurduğunuz kategori ve alt kategoriden sorumlu editör sitenizi inceler ve dizine eklenecek kalitede içerik ve tutarlılık sergilediğinizi anlarsa başvurunuzu onaylar.

Spam sayılacak, birbirini tekrarlayan ya da başka kaynaklardan kopyalanmış bir içerikle bu sisteme girmeniz mümkün değildir.

Bütün SEO makaleleri ve kaynaklarda belirtildiği gibi özgün içerik bu noktada da işe yarar. En azından etik olarak da uygun görülen bir yolla yani içeriğin kaynağına link vererek bu engeli de ortadan kaldırabilirsiniz ancak yine de içerikten alıntı yapmanın ya da kopyalamanın dışında kendi yorum ya da eklemelerinizin bulunması, içeriğinizin özgünlüğü açısından önemlidir. Zaten başka bir yerde de bulunabilecek bir bilgiyi olduğu gibi alıp kopyalamak çok da mantıklı ya da faydalı bir hareket olmaz, bu açıktır.

Sonuş olarak benim de muhteşem bir içerikle insanlığa ışık tuttuğum gibi bir iddiam yok ama en azından bana ait birşeyleri ortaya koymaya çalıştığım farkedilmiş, bu da pek keyifli... Darısı başınıza mı denir, ne denir :)

23 Temmuz 2009

Ben ya da Biz

İnsan zamanla yalnız olmaya alışıyor. Etrafında karışan, müdehale eden, yönlendiren kimse olmaması pek güzel. Neyi, ne şekilde yapmak, yaşamak, hissetmek istiyorsan öyle olmasını sağlamak elinde. Sana ait bir günde sabah uyanacağın saatten, gideceğin yere, yapacağın ya da yapmayacağın işlere, zevk alacağın ya da hoşlanmayacağın herşeye tamamen kendi özgür iradenle karar verebilirsin...

Dost dediğin insanlar da ihtiyacın olduğu anlarda yanındalar belki, dara düştüğünde sana el uzatıyorlar, derdini, sıkıntını dinliyorlar... Daha ne olsun ?

Bu noktaya kadar herşey yolunda... Aman da özgürlük ne kıyak birşeymiş!...

Bunları yaşarken, hissederken hayatına birinin müdahil olması önemli bir olaydır. Önemli olabilmesi için de o kişinin herhangi bir arkadaşdan, dosttan farklı bir yeri olması, özel birşeyler yaşatıyor olması gündemdedir.

Geçmişin, yaşananların, çekilmiş acıların, tatsızlıkların anlamı kalmaz o saatten sonra. Senin ya da onun özel bir çabası olmamasına rağmen birşeyler değişmeye başlar. Yalnız olduğun zamanlarda hissettiğin huzur verici hissin, aslında bir boşluk olduğunu, birşeylerin eksik olduğunu farketmeye başlarsın. Anlarsın ki kalabalıkların içinde de yalnızmışsın. İnsanlarla paylaşabileceğin güzel birşeyin yokmuş halbuki, günü dolduruyormuşsun; bunu anlarsın...

Sonra bir süreç başlar. Hayat arkadaşını, o özel insanı anlamaya, tanımaya çalışırsın. Bazı şeyler yadırganır, garip gelir, belki ürkersin ama garip, sıradışı bir çekim vardır bir yandan da... Senin o eski büyülü dünyanda eksik olan birşeyi tamamlamaktadır bu şahıs; sevgidir bu kalbinin ritmini hızlandıran, adrenalin salgılatan, heyecanlandırıp bazen ürperten garip şey... Şefkati hissedersin, düşünmeyi, endişelenmeyi, uykusuz kalmayı, sevinci hatırlarsın, huzurun farklı bir halini hissetmeye başlarsın. Artık "ben" dışında bir de "o" vardır... Hissettiğin şeylerden eminsen "biz" olduğunu görürsün...

Bir ses, bir "Merhaba" hayatını değiştirivermiştir artık...

Sen hasta olduğunda seninle aynı acıyı yaşayan biri daha vardır artık, zamanında yemediğinde kızan, yeterince dinlenmediğinde azarlayan, kararsız kaldığında seni silkeleyen, sinirlendiğinde sakinleştirmeye, hata yapmanı engellemeye çalışan, senin için, seninle birlikte düşünen...

Hayat bu, tökezlersin, dostların elini uzatır, tutar... Ayağa kalkar ve yoluna devam edersin.

Diğerlerinden farklı olarak o özel insan seni yerden kaldırdığında gözündeki yaşı da siler... Salya sümük ağlamak istiyorsan da bunu onun omzuna yatarak doya doya yapabilirsin.

Ter koksan da tiksinmez senden, "çalışmış, yorulmuşsun" der... Sen yorgunsan o da yorgun hisseder, halsizsen, onun da keyfi kaçar... Güldüğünde seninle aynı tadı alır kahkaha atmaktan, ağladığında senin kadar o da hüzünlüdür. Herşey, iyi ya da kötü ayrımı yapılmadan birlikte göğüslenmektedir artık. Zorla olmaz bütün bunlar, keyifli bir mecburiyet hissi vardır içinde. İstediğin için, ne şekilde olursa olsun keyif aldığın için yapmak istersin hepsini...

Şimdi düşün bakalım hangisi daha keyifli, anlamlı, daha gerçek, daha yapıcı, daha yaratıcı...

Kumdan kaleler yapıp, her dalgada bir kenarından erimesini seyretmek mi, yoksa yokuşlarıyla, inişleriyle, acılarıyla, mutluluklarıyla bir hayatı, o özel insanla paylaşıp, aşkla bezeli koca bir dünya inşa etmek mi ?

Şimdi ayrımını yapabiliyor olman lazım; yalnızlığın seni ne kadar ayakta tutabilir ya da sevgi seni ne kadar yüceltebilir...

...

Düşünebilmek insanı ayrıcalıklı kılan özellik, bu herkesce malum. Bazen düşünmeden, öfkeyle, hırçın ve fevri bir tavırla kalp kırabiliyoruz. Bu da insan olmanın cilvelerinden... Hangimiz mükemmeliz ?

Cevap şu;

Sevgiyi yaşayabilen ya da yaşatabilenler...

Netice olarak; Seni Seviyorum diyebilecek kadar cesur olabilmektir esas marifet...

Çiğdem

19 Temmuz 2009

Töreniz batsın

Hafızamda yer eden tek namus cinayetiydi Güldünya’nın ölümü. Töre cinayeti demek daha doğru olurdu belki. Bir akrabasının tecavüzüne uğrayıp hamile kalmış, yolun ortasında kurşunlara hedef olup ölmemiş ve gözü dönmüş kardeşleri tarafından hastanede öldürülmüştü. Ne suçu vardı kendisinin karnındaki bebeği korumaya çalışmaktan başka bilinmez. Belki tecavüze uğradığı anda yaşamaktan vazgeçmişti ya da tecavüz edip günahına giren insanı sevmişti. Kendisine konulan isme inat dünya gülmemişti ona, genç yaşta toprağın altına girmişti bedeni.

İsmini anımsayamadığım bir genç kız daha var yine namus cinayetinin arkasına sığınıp hayatını kaybeden. Eniştesinin tecavüzüne uğrayan, ablasının evliliği bitmesin diye sesini çıkartmadan 2 yıl boyunca erkek sıfatına bürünen bir hayvanın cinsel isteklerini yerine getiren ve hamile kaldığı zaman ailesi tarafından katledilen. Asıl ölmesi, öldürülmesi gereken eniştesi iken bedelini kendi canıyla ödemişti o da. Kim bilir daha kaç kişinin günahına girecek erkek kılığındaki hayvan, kaç genç kız namus için öldürülecek.

İki kadının da suçu tecavüze uğramaktı ama her ikisi de evlilik dışı çocuk sahibi olmakla suçlanıp öldürüldüler sanki onlara bunu yapanların hiç suçu yokmuş, uçkuruna sahip çıkamayan o adamlar çok namuslularmış gibi. Belki sevmişlerdi o adamları, inanmışlardı onlara. Ama suçlu olan, namussuz olan onlardı çünkü onları yetiştiren zihniyet hala kadını mal gibi görüyordu. Kadın sevmezdi sadece erkeğine karşı vazifelerini yerine getirirdi. Evlenir, boy boy çocuklar doğurur ve köşesinde oturup kocasından gelecek emirleri beklerdi.

Hemen her gün gazetelerin 3. sayfalarında bir aşk ya da namus cinayeti okuyoruz.
Kendisini aldatan karısı X’i sokak ortasında bilmem kaç yerinden bıçakladı.
Ayrılmak isteyen sevgilisini öldürdü.
Sevgilisiyle birlikte karısını/kocasını öldürdü…………………diye.

İnsan sevdiği, canım dediği insana nasıl kıyabilir ki? Canım dediği insanın canını alma hakkını nasıl bulur kendinde? Aldatıldığı zaman neden kendinde bir eksik aramaz da karşısındaki insana bir takım sıfatlar yapıştırıp en kolay yol olan öldürmeyi seçer? Bu kadar zor mudur canım dediğin insanla oturup konuşmak, sorunlara çözüm aramak?

Ben bu tarz olayları okudukça ve duydukça artık tek bir şeye inanmaya başladım. İnsan asla başkasına aşık olmuyor. Sadece kendimizi sevdiğimiz için bu taşkınlığımız. Birisine aşık olacaksak bile bizi mutlu edeceğini düşündüğümüz için aşık oluyoruz bence. Ve o bizi aldattığında kendi mutluluğumuz tehlikeye düştüğü için öldürme yolunu seçiyoruz. Onsuz mutlu olamayacağımızı bildiğimiz için.

Velhasıl BEN duygusundan kurtulmadan, ne adam gibi ilişkiler yaşayabiliriz ne de gazetelerin 3. sayfalarında aşk ve namus cinayetleri okumaktan kurtuluruz…