21 Haziran 2009
O Gün
İlk defa o gün sarılmıştım sana, kollarımı açtığımda sana getirdiğim bahar saçılmıştı tüm şehre... Yüreğinden yüreğime sevgin akıverdi sonra; içim ısındı...
O gün ellerimi tuttuğundan beri hiç üşümediler, hiç sıkmadım yumruğumu bir daha, kenetlenmedi parmaklarım acıdan...
Uzakta da olsan (şimdilik), hiç sensiz kalmadım. Farkında değilsin belki de, ben oradan ayrılırken, seni de aldım yanıma... Bir daha bırakmamacasına...
Hands
Tarif
Alın size huzurun tarifi;
biraz dikkatli olmak lazım
hafif özveri
bir tutam nezaket
bir taşım da saygıyla kaynattın mı
tamamdır...
biraz dikkatli olmak lazım
hafif özveri
bir tutam nezaket
bir taşım da saygıyla kaynattın mı
tamamdır...
18 Haziran 2009
Ben de Küçüktüm Bir Zamanlar
Bu böyle olmayacak. Klavyesi olan yazıyor... Yok yok, darılmayın hemen yahu :)
Takip edenler farketmiştir, uzun zamandır çok düzensiz yazıyorum. Düzenli giden birşey yok ki ben düzenli olayım... Baktım bu kadar ciddi konu yoruyor artık beni, ben de biraz eğlenelim dedim...
Yanlış duymadınız, bir zaman ben de küçüktüm... Arkadaşlarım her ne kadar bu derece eski dönemlerin tarih bilimini değil, arkeolojiyi ilgilendirdiğini düşünseler de, ben hala kendimi genç hissediyorum :)
Ben küçükken neler yapardım sorusunun cevabını öyle alenen vermek niyetinde değilim ama :) Zira pek de civcivli bir çocukluğum yoktu aslında...
Birkaç ayrıntı var ama, pek keyif aldığım, onlardan bahsetmezsem olmaz şimdi... Bazı arkadaşların da hevesi kabarmıştır şimdi; ayrıntı yakalayacaklar ya :D Pışık...
Ev kuzusu denir ya hani, biraz öyleydim ben. Sokağa salmazdı annem beni pek, bol bol evde zaman geçirirdim. Hatırı sayılır miktarda müzikal arşiv ve kitap da vardı, özellikle gemici babamın yurtdışında getirdiği kasetleri dinleyip, nadiren çıktığım sokakta çocukları etrafıma toplayıp uyduruk bir ingilizce ile şarkılar söyler, ceplerindeki bütün parayı toplardım... Ama benim ticarette zayıf olacağım o zamandan belliymiş; acırdım eve dönünce dayak yiyecekler diye, geri dağıtırdım paralarını konserden sonra :)
İstoşda o zaman sağlam kar yağardı, o zamanlarda serbestti sokağa çıkmak elbette. Ben masum, yumuşak kartopları yapar, sıkı ve adil oyun çıkarırdım, haylazın biri kaya gibi, içi buz takviyeli kartopunu kafama çaktımı da ağlaya zırlaya dönerdim eve, karda oyun macerası da genelde kısa sürerdi...
Oturduğumuz evin bulunduğu yokuşu tırmanır nefes nefese çıkardım yukarı okula giderken, o şerefsiz köpek sürüsü de her sabah durağa kadar kovalardı beni... Bir sabah da farketmeyin beni, ne bileyim uyuyakalın... yok... hiç sektirmedi adiler... 4-5 tane boyum kadar köpek, hav höv peşimde... yazıkmış bana :)
İstanbulda bizim çok imkanımız olmazdı sokaklarda birşeyler yapmaya ama oturduğumuz mahalle nispeten daha sakindi birçok yere göre... Ben bile o kadar az dışarı çıkmama rağmen, bir sürü sokak oyunundan nasibimi aldım. Sayfalarca yazacak kadar olmasa da güzel anlar var aklımda kalan... Ama dedim ya, fazla ipucu vermek yok ;)
Takip edenler farketmiştir, uzun zamandır çok düzensiz yazıyorum. Düzenli giden birşey yok ki ben düzenli olayım... Baktım bu kadar ciddi konu yoruyor artık beni, ben de biraz eğlenelim dedim...
Yanlış duymadınız, bir zaman ben de küçüktüm... Arkadaşlarım her ne kadar bu derece eski dönemlerin tarih bilimini değil, arkeolojiyi ilgilendirdiğini düşünseler de, ben hala kendimi genç hissediyorum :)
Ben küçükken neler yapardım sorusunun cevabını öyle alenen vermek niyetinde değilim ama :) Zira pek de civcivli bir çocukluğum yoktu aslında...
Birkaç ayrıntı var ama, pek keyif aldığım, onlardan bahsetmezsem olmaz şimdi... Bazı arkadaşların da hevesi kabarmıştır şimdi; ayrıntı yakalayacaklar ya :D Pışık...
Ev kuzusu denir ya hani, biraz öyleydim ben. Sokağa salmazdı annem beni pek, bol bol evde zaman geçirirdim. Hatırı sayılır miktarda müzikal arşiv ve kitap da vardı, özellikle gemici babamın yurtdışında getirdiği kasetleri dinleyip, nadiren çıktığım sokakta çocukları etrafıma toplayıp uyduruk bir ingilizce ile şarkılar söyler, ceplerindeki bütün parayı toplardım... Ama benim ticarette zayıf olacağım o zamandan belliymiş; acırdım eve dönünce dayak yiyecekler diye, geri dağıtırdım paralarını konserden sonra :)
İstoşda o zaman sağlam kar yağardı, o zamanlarda serbestti sokağa çıkmak elbette. Ben masum, yumuşak kartopları yapar, sıkı ve adil oyun çıkarırdım, haylazın biri kaya gibi, içi buz takviyeli kartopunu kafama çaktımı da ağlaya zırlaya dönerdim eve, karda oyun macerası da genelde kısa sürerdi...
Oturduğumuz evin bulunduğu yokuşu tırmanır nefes nefese çıkardım yukarı okula giderken, o şerefsiz köpek sürüsü de her sabah durağa kadar kovalardı beni... Bir sabah da farketmeyin beni, ne bileyim uyuyakalın... yok... hiç sektirmedi adiler... 4-5 tane boyum kadar köpek, hav höv peşimde... yazıkmış bana :)
İstanbulda bizim çok imkanımız olmazdı sokaklarda birşeyler yapmaya ama oturduğumuz mahalle nispeten daha sakindi birçok yere göre... Ben bile o kadar az dışarı çıkmama rağmen, bir sürü sokak oyunundan nasibimi aldım. Sayfalarca yazacak kadar olmasa da güzel anlar var aklımda kalan... Ama dedim ya, fazla ipucu vermek yok ;)
8 Haziran 2009
Sanal gerçeklik.
Buz gibi bir ekranda sıcak bir merhabaydın sen. En gerçekten daha gerçektin.
Rotasını, klavyeye dokunan parmaklarımızın çizdiği yolculukta aynı durakta karşılaştık biz. Sıcacık bir merhabaydın sen buz bir ekranda.
Yalnızdık, yolu yok yalnızdık. Bir şekilde yalnız. Gerçek yasam içindeki sanallığımızdan kaçıp, sanal yasamdaki gerçekliğe soyunmamış mıydık cebimizdeki yalnızlık ağırlaşınca. Sonra çıplaklığımıza kelimelerimizi giyinmemiş mıydık? Açıp tüm gizlerimizin önünü, istediğimizce özgür, dilediğimizce deli, yaşayamadığımızca çocuk, inandığımızca kendimiz olduk. Nasıl aktık birbirimize zaman içinde, kol bulmuş nehirler gibi.
Söylenememiş biriktirdiklerimizi, kırılmış umutlarımızı, bedeli ödenmiş vakitlerimizin bıraktığı fermanı, yitirdiklerimizi sormadık mı, anlatmadık mı birbirimize güvenerek? En gülünmeyecek şeylere bile gülmedik mi çocuklar gibi bir masalın içinde kahkahalarla, haytaca, tüm günün ciddiliğini fırlatıp bir kenara ! Olabildiğimizce özgür, umursamazca kati, tüm öfkemizle, yığılan isyanlarımızın hırsını çıkardık ! Ağladık, güldük birlikte harf harf... Yağmuru yağdırdık, güneşi doğdurduk, ayrı mevsimlerde aynı mevsimin soğuğunda üşüdük, sıcağında ısındık, dostluğu paylaştık biz.
Herhangi bir günün yorgun akşamında dudağımıza değmeyen bir fincan kahvenin tadını bildik.
Buz gibi bir ekranda sıcak bir merhabaydın sen...
Rotasını, klavyeye dokunan parmaklarımızın çizdiği yolculukta aynı durakta karşılaştık biz. Sıcacık bir merhabaydın sen buz bir ekranda.
Yalnızdık, yolu yok yalnızdık. Bir şekilde yalnız. Gerçek yasam içindeki sanallığımızdan kaçıp, sanal yasamdaki gerçekliğe soyunmamış mıydık cebimizdeki yalnızlık ağırlaşınca. Sonra çıplaklığımıza kelimelerimizi giyinmemiş mıydık? Açıp tüm gizlerimizin önünü, istediğimizce özgür, dilediğimizce deli, yaşayamadığımızca çocuk, inandığımızca kendimiz olduk. Nasıl aktık birbirimize zaman içinde, kol bulmuş nehirler gibi.
Söylenememiş biriktirdiklerimizi, kırılmış umutlarımızı, bedeli ödenmiş vakitlerimizin bıraktığı fermanı, yitirdiklerimizi sormadık mı, anlatmadık mı birbirimize güvenerek? En gülünmeyecek şeylere bile gülmedik mi çocuklar gibi bir masalın içinde kahkahalarla, haytaca, tüm günün ciddiliğini fırlatıp bir kenara ! Olabildiğimizce özgür, umursamazca kati, tüm öfkemizle, yığılan isyanlarımızın hırsını çıkardık ! Ağladık, güldük birlikte harf harf... Yağmuru yağdırdık, güneşi doğdurduk, ayrı mevsimlerde aynı mevsimin soğuğunda üşüdük, sıcağında ısındık, dostluğu paylaştık biz.
Herhangi bir günün yorgun akşamında dudağımıza değmeyen bir fincan kahvenin tadını bildik.
Buz gibi bir ekranda sıcak bir merhabaydın sen...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)