6 Ekim 2009

Site İstatikleri

Site İstatiklerini Etkileyen Faktörler

Arkadaşlarımın şikayetlerinde duyduğum ya da web projesi hizmeti verdiğim firmaların istatistiklerinde gördüğüm en manasız durum, doğrudan site adresi ile yapılmış aramalardan gelen ziyaretçilerdir... "www.herturlu.info" ya da "herturlu.info" gibi...

Sonradan farketmeye başlamıştım, insanlar açılış sayfası olarak ayarladıkları herhangi bir arama motoru sayfasının arama kutucuğuna açmak istedikleri sitenin adresini yazıp gelen arama sonuçlarına tıklayarak ulaşmak gibi bir alışkanlık edindiler. Bu yüzden site istatistiklerini incelediğinizde de sitenize ziyaretçi gönderen anahtar kelimelerin birçoğu, doğrudan sitenizin adresi ya da tam adrese yakın çeşitli varyasyonları oluyor. İnsanların bu garip alışkanlıkları da devam ettikçe anahtar kelimelerden anlamlı sonuçlar çıkarmak, bunları değerlendirmek, diğer kullanıcıların yönelimlerini, ne arayıp ne bulduklarını analiz etmek de zorlaşıyor. Velhasıl, ulaşmak istediğiniz siteleri ancak bir arama sonucu bulabilecek durumda değilseniz, tam adresini biliyorsanız, lütfen arama motorunun kutucuğunu değil, tarayıcının adres çubuğunu kullanın.

Site sahiplerinin bu istatistiklerde gezilen sayfa sayısını artırma, sitede kalınan süre ortalamasını uzatma ve benzeri çabaları yüzünden kendi sitelerinin defalarca okudukları sayfaları arasında gezindiklerine defalarca şahit oldum. Bunun faydalı olacağı gibi bir kanaat var insanlarda garip bir şekilde. Aksine yine asıl ziyaretçilerin oluşturduğu trafikle ilgili sonuçları anlamsız bir şekilde etkilediği için içeriğin geliştirilmesi, ziyaretçiye göre bir düzenleme yapılması durumunu zorlaştırıyor sadece...

Bu ve benzeri etkenlerle site istatistiklerinin çok etkilendiğini ve anlam vermekte zorlandığım ziyaretçi hareketleri olduğunu görüyorum bazı sitelerimde. Kullanıcıları özellikle arama motoru kullanımı konusunda daha hassas olmaya davet ediyorum :) Arama motorları adı üstünde arama yapmak içindir arkadaşlar, sitenin adresini adres çubuğuna da yazarsanız yine açılır o site :) Farkında olmadan başka insanların işlerini karmaşıklaştırıyorsunuz :)

3 Ekim 2009

Endamın Yeter

İçimden geldi işte, öylesine...

Endamın yeter, gözlerin yeter, uğramasın sana ne hüzün ne keder... Birden farkettim ki çok güzel anlatmış bu şarkı ruh halimi...


- Click here for more amazing videos

30 Eylül 2009

Sevgi Sorgulanmaz

Seven de sorgulanmaz... Neden sorulmaz sevgiye, sevene... Sevmek için elle tutulur bir sebep göstermek gerekmez. Binlerce farklı sebep sıralanabilir, hangisi en doğrusu, en mantıklısı, kim bilecek ? Biri bilse de ne önemi var, sevmeye mazeret mi gerek ?

23 Eylül 2009

Hasretinden Prangalar Eskittim

Binlerce defa okunmuştur ama tekrar hatırlansın diye...
----------------------------------------


Seni, anlatabilmek seni,
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni, anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmez,
Kahpe yalana.

Ardarda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül-gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım
Bir o yana,
Bir bu yana...

Seni, bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.

Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamdan,
Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,
Seni, anlatabilsem seni...
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini...


Ahmet Arif

16 Eylül 2009

Ses ver

Bir arkadaşım aşağıdaki maili gönderdi. Zincir maillerden nefret ederim ve "Bu maili yayabilir miyiz ?" başlığını görünce tereddütle açtım ama kesinlikle bunun duyurulması lazım diye düşünüyorum şimdi...

Sizlerden de ricam kendi imkanlarınızla bu haberi yayın, birkaç engelli çocuğa belki ses oluruz, bir hayır duasının bir ucu da bize dokunur...


Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı olarak 12 yaş altı işitme problemi olan, maddi durumu kötü, hiçbir sağlık güvencesi olmayan fakir çocukların tüm tedavisini ve kullandıkları işitme cihazını ücretsiz karşılayacağız.

Çevrenizde bu tür çocuklar varsa lütfen benim  telefonumu verin.

SEMA ONAY  (Rektör Asistanı)

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yurtiçi Yayın Koordinatörü

Cep Tel: 0543 291 65 65 - 0532 504 02 22        

Bu mail sizin için hiçbir şey ifade etmiyor olabilir ama, belki de ulaştıracağınız bir kişinin vasıtasıyla bile hiç tanımadığınız bir çocuğun umudu, zor dünyasında bir ses olabilirsiniz, elimizden geldiği kadar çok kişiye iletelim lütfen...

15 Eylül 2009

Ropörtaj - Erkan...

Sevdiğim bir arkadaşım, Erkan' la sohbet ederken bazı soruların ropörtaj tadında olmaya başladığını farkettiğimizde neden bu formata sokmayalım diye düşündük ve böyle bir çalışma çıktı ortaya...

Erkan uzun zamandır Rap üzerine çalışan bir müzisyen. Mütevazi ve dopdolu bir insan... Buyrun Erkan kendisi ve müziği hakkında neler söylemiş görelim...
-------------------------------------------------------


Öncelikle biraz kendinden bahseder misin ?...

82 İstanbul’da doğdum, ismim Erkan ve Şişli’de ailemle yaşıyorum..Hemen konuya girmek istiyorum izin verirsen, gerisi gereksiz detay olur benim için tabi bu detayları öğrenmek için yapmış ve yapacak olduğum şarkılarıma biraz olsun kulak kabartmanız gerekecek..

Küçük yaşlarda her meraklı çocuk gibi müzik fazlasıyla ilgimi çekti, iyi bir dinleyici olarak müzik icra etmeye çalışacağım hiç aklımda yoktu önceden, dinlediğim müziklerin yelpazesi genişledikçe daha da içine çekmeye başladı beni.

Tam tarih vermem mümkün değil ama işe söz yazmakla başladım yaklaşık 10 seneden beri.biraz müzik yapmakla yanıp tutuşmam, biraz da tanıştığım müzisyen arkadaşlarım sayesinde ilk demo kaydı, sonra diğeri ve sonra bir diğeri derken kendimi geliştirme çabasıyla bugünlerdeyim ve hala tek derdim kendimle yarışmak…

Neden rap ? ya da Rap senin için ne ifade ediyor ?

9 Eylül 2009

Bürokraside Temizlik

Gazeteler yansıyan bir haber, hükümetin marifeti ve kontrolüymüş gibi gösterilse de, "tespit ettik ve gereğini yaptık" havası yaratılmaya çalışılsa da, aslında devlet kurumlarının çeşitli kademelerinde kadrolaşmanın, akraba, eş dost kayırmanın ne boyutlarda olduğunun güzel bir örneği.

"Gece gelseler, pijamayla çıkar satarım" diyen maliye eski maliye bakanı ve onun amiri, "ben bu ülkeyi pazarlamakla mükellefim" diyen bir başbakan söz konusu olunca kadrolaşmayı çok görmemek lazım. Kaldı ki

6 Eylül 2009

Monolog

Bir ara şöyle bir yazı karalamışım...

Eskiden çok hönkürürdüm insanlara, hatta 20' li yaşlarımda, ne gerek varsa, kendime bir misyon yüklemiştim, insanlığı gerçeğiyle yüzleştirecektim... baktım ki ben kendi gerçeğimle yüzleşmemişim henüz; yalnızlığımla... Alkolik olmanın eşiğinden dönerken, bu salak görevden de istifa ettim. Uzunca bir süre ölümün herşeye çözüm olacağına inanmama rağmen aslında hayatı ne kadar sevdiğimi ve yaşıyor olmanın nasıl bir nimet olduğunu farkettiğimde eski sevgilime dönmeye karar verdim; İstoşuma... Sahiline aldı beni, bir de çay ikram etti... Dertleştik, seviştik, gülüştük... Sonra dedi ki bana;

- Nedir bu telaşın, yine gidecekmisin yoksa beni burada bırakıp, kendi masal dünyana...
- Masal dünyam tarumar İstoşum, orayı da talan ettiler... gidecek yerim de kalmadı artık...
- Ben sana söylemiştim zamanında; yavaş ol demiştim, ağır ağır yaşa, tadını çıkar hayatta olmanın demiştim...
- Ben de seni dinlememiştim... Haklısın...
- Ah benim uslanmazım...
- ...

5 Eylül 2009

Bir çeşit itiraf...

Klasik erkek hareketi olarak son günlerde bir sürü ayrıntıyı kaçırır oldum. Unutkanlık ve dikkatsizlikle karışık, özensizlik diz boyu... Kalp kırıyorum, can sıkıyorum. Amacını aşan cümleler kuruyorum...

Ben böyle değilim aslında sevgili, biliyorsun değil mi? Geçici birşey bu hanzoluk... Af, özür, rica... Hangisini uygun görürsen... Yeter ki kırılma bana, hevesini, heyecanını kaybetme... Kaybettirmeme de müsade etme...

Gölgelerin Gücü Adına


Küçük yaşta çocukların çok fazla televizyon seyretmesinin faydadan çok zarar getireceğinin herkes farkında. Asosyalleşme, dikkat dağınıklığı, konsantrasyon eksikliği gibi çeşitli sorunlara neden olabiliyor.

Ama yeni nesil bir acayip. Bir takım araştırmalar yapılmış ve çok fazla çizgi film izlemenin çocuklarda hiparaktivite' ye sebep olduğu görülmüş. Biz de çizgi film seyrederdik, hem de envai çeşit... Buna rağmen hiç kendimi camdan atmaya kalkmadım; "süpermenim ben uçabilirim" diye.. "Spiderman oldum, fışk fışk... nerde lan bu ağ ?!!! aaahhhhhhh" böyle bir sahne de yaşanmadı. He-Man oldum, Robotech robotlarından kullandım ama en büyük aksiyonum kolduktan atlamaktı. Yani ben mi fazla saftım bilmiyorum ama arkadaşlarımdan da yapan pek yoltu daha fazlasını... Gerçi bizim de çizgi filmlerde gördüğümüz en vahşi sahne Jerry' nin, Tom' un kafasına tavayla vurduğu sahnelerdi... Onun da aslında yanlış olduğunu kestirebiliyorduk, taklit etmiyorduk... Kardeşimin kafasına tavayla vurduğumu düşünemiyorum :)))

Ya nesil acayipleşti ya da çizgi filmler artık bir acayip... Yukarıda linkini verdiğim yazıyı anne babalar bir okumalı yinede...

Ball Clock

Bloglar için bir sürü eklenti bulmak mümkün ama şimdiye kadar gördüklerim arasında en etkileyici olanını sizinle paylaşmasam çatlardım... bir de bunu ekleyip blogun açılışını daha da geciktirmek istemedim, o yüzden konu olarak geçiştiriyoruz. Yine de aBowman' in bu yaratıcı ve sıradışı fikrini, uygulamanın başarısını da tebrik edelim...


Ne oldu bana ?

Sonbahar yaklaşıyor ondan mıdır anlamıyorum ama bana bir haller olmaya başladı yine. Garipleştim... Aman bir kapris, bir huysuzluk, bir şefkat beklentisi... garip haller, tavırlar...Şu aralar çekilecek adam değilim vesselam... Katlanabilenleri sevgiyle selamlıyorum.

Sonbahar hep hüzünlüdür. Bize dayatılan bir önyargı mıdır, yoksa havaların dengesizleşmeye başlamasından mıdır nedir, her sonbaharda bir hüzün, bir halsizlik çöker üstüme. Melankoli diz boyu ondan sonra...

"Daha ortalık sıcaklarla kavrulurken ne sonbaharı, ne havası ?..." diyeceksiniz. Deliye hergün bayramsa, hüznü seven adama da hergün sonbahar...

(181 adet rüya gibi güzel gün için tekrar teşekkürler güzel insan... 10000' leri de göreceğiz inşallah...)

3 Eylül 2009

Terabyte Disklere Neler Oluyor ?

Bir süredir depolama alanı ihtiyacım için terabyte' lara ulaşan kapasitelerdeki harici diskleri takip ediyorum. Kendi şahit olduğum birkaç olay ve duyduklarım bu kapasiteye ulaşmış disklere kaşı güvenimi epey sarstı...

Bir müşterimizden gelen bir harici diskte son 5 yıllık muhasebe dosyalarını saklıyorlardı ve artık o veriler yok ! Yakın bir arkadaşım bütün fotoğraf arşivini böyle bir cihazda saklıyordu, şimdi o arşiv tarih oldu. Bu arkadaşın bir fotoğrafçı olduğunu düşünürsek durumun vehameti ve onun ruh hali daha iyi anlaşılır. Bir başkasının da benzer bir şekilde yedekleri kayboldu. Diğer duyduklarım da cabası... Ürünlerin hepsi de çok yeni... Benim gariban 80 GB Seagate Barracuda diskim ise hala aynı performansda :)

Hepsinde de bahsedilen sorunlar mekanik kaynaklı. Diskten düzenli mekanik sesler gelmesi ve sistemin diski görmesine rağmen verilere erişilememesi ortak şikayet.

Bu şekilde kaybedilen verilerin data kurtarma merkezlerinde geri kazanılması mümkün. Ancak en iyi ihtimalle 500 USD ve üzerini gözden çıkarmanız gerekiyor. Arızalı diskin onarılması için bir başka diske ait parçaların kullanılabilmesi amacıyla parça alınan harddisk' in maliyeti, verilerinizi size aynı ya da yakın kapasitede bir diskle veriyor olmalarından dolayı o harddiskin bedeli ve çok hassas olan bu işlem için işçilik bedelini de düşünürsek aslında bedel yüksek değil ama Türkiyenin ekonomik şartları malum...

Eğer bu kapasitede harici disk kullanıyorsanız benzer bir sorunla karşılaşmanız an meselesi. Mümkün olan en sağlıklı önlem de bana göre DVD gibi farklı medyalara da yedek almak. Bazen datalar böyle bir medyaya sığmayabilir ama yedekleme yazılımları sayesinde yüksek miktarlardaki veriyi DVD' lere bölerek kaydetmek mümkün. Kurumsal yapılar da ise yüksek kapasiteli kartuşlar ya da benzeri materyalleri kullanmak ise harici disklere göre daha güvenli gözüküyor.

Bilişim dünyasının hayatımıza bu kadar girdiğini düşünürsek datalarımızın önemini anlarız. Aman deyim :)

31 Ağustos 2009

İnterneti Kapatma Yetkisi

Bilişimhaber.com' da rastladığım bir haber beni çok şaşırtmamakla beraber "pes" dedirtti... Bu habere göre interneti kapatma yetkisi ABD başkanına verilecekmiş. Senato tarafından hazırlanan 55 sayfalık bir taslak var ortada ve buna göre ulusal güvenliğin tehdit altında olduğu durumlarda ABD başkanı gerek görürse özel sektöre ait bütün internet ağlarının kontrolü başkanın eline geçiyor.

Bana göre bu karar, şu anlama geliyor; biz istediğimiz gibi at koştururken aradan çatlak sesler çıkar da bizim gösterdiklerimizden daha fazlasını dünyaya anlatmaya kalkarsa onu susturabilelim...

İnterneti normal yollarla kontrol altında tutmak zor. Bunun için ne teknik altyapı ne de internetin mantığı müsait değil. Daha önce hiç duymadığımız, asla farkına varamayacağımız bir sürü şeyi internet sayesinde öğrenebiliyoruz. Televizyon, radyo ya da basılı medyanın gücüyle karşılaştırılamaz büyüklükte ve yine onlara göre çok daha özgür ve kontrol dışı bir mecra internet. Bazı durumlarda gerçekten ulusal çıkarlarla çelişen, sıkıntı doğuran durumlar olabilir. Yasadışı örgüt üyelerinin Türkiye aleyhine propaganda çalışmalarına internet üzerinden rahatlıkla ulaşabileceğimiz örneği bunun ispatı. Ancak böyle bir durumda yasal yollara başvurmak, doğru makamlara başvurup gereğini yaptırmak mümkün.

Türkiyede uygulandığı gibi bir hakaret videosu var diye Yotube erişimini engellemeye çalışmak ancak kafanı kuma gömmek olur; bunu biliyoruz ve defalarca tartıştık, yazdık, çizdik... Bu durumda cezalandırılan biz olduk. Haklı tepkimizi gösterebilme, durumu leyhimize çevirebilme şansımız elimizden alındı. Farklı yollar denedik ve devletin yasakladığı yerlere illegal (!) yollardan ulaştık.

Haberde bahsedilen internet erişiminin durdurulabilmesi yetkisi ise zorbalığın ulaşabileceği son nokta bana göre. Türk adalet sistemi bütün dünyada yaptığıyla alay konusu olmuştu ama ABD' nin yaptığı ise duyulan nefreti katlamaktan öteye gitmeyecek.

Adam gelip benim toprağımı demokrasi ve refah getirmek, düzen sağlamak gibi türlü bahanelerle işgal edecek, sadece kendi istediği ayrıntıları dünya medyasına gösterecek, pisliğinin üzerini örtecek, ben "ey dünya sesimi duy, işgal girişimi var" demeye kalkarsam da bu ulusal güvenlik sorunu olarak değerlendirilip, elimdeki son iletişim imkanı da bertaraf edilecek. Irak örneğini hatırlayalım. Senelerdir süren işgalin uzunca bir dönem bazı ayrıntılarını bilmedik. İçten içe yanlış olduğunun farkındaydı bütün dünya ama bize sadece ölen "masum" Amerikan askerlerinin haberleri ulaştı. Sonra sonra, tecavüzlerden, işkencelerden, katliamlardan haberdar olmaya başladık. Farklı mecralar da kullanıldı ama internetin de çok etkisi oldu...

Bir sonraki hedef neresi ben kestiremiyorum ama işte orada bu hataya düşmemek, açık vermemek için, foyaları ortaya çıkmasın diye şimdiden hazırlık yapıyorlar.

29 Ağustos 2009

How to Learn Turkish

Daha önce WikiHow' da "How to make Adana Kebab" başlıklı bir yazıdan bahsetmiştim. Bu yazı o kadar ilgi çekti ki, blogun trafiğinin epey bir kısmı Adana kebabı için yapılan aramalardan geliyor. Meğer Adana kebabı yapmaya meraklı ne kadar çok vatandaşımız varmış :)

Biraz önce yine böyle eğlenceli bir konuyla karşılaşırım düşüncesiyle WikiHow' da geziniyordum ve oldukça hoşuma giden bir başlık buldum;

How to learn Turkish (Nasıl Türkçe Öğrenilir)

Türkçenin ne kadar zengin ve bir o kadar da esnek bir dil olduğundan, öğrenmenin ve Türklerle bu dil aracılığıyla konuşmanın ne kadar keyifli olacağından bahsediyor. Türkçeyi öğrenebilmek için birçok tavsiyede bulunulmuş. Türkiyedeki kültürel zenginlikten de bahsedilmiş kısaca...

WikiHow organizasyonunu bu şık hareketinden dolayı kutluyorum. Farklı dillerde bloglar yayınlayan arkadaşlardan da ricam bu makaleye linkler vermeleri olacak. Güzel dilimiz Türkçemizin hakettiği ilgiyi yakalaması, hakettiği yeri bulabilmesi için ufak ama faydalı bir hareket olacaktır...

28 Ağustos 2009

İki Kelime

Kimilerine göre partnerine karşı olan duygularını çok sık vurgulaman, ilişkinin yıpranmasına sebep oluyor... Birçok ilişki de sadece karşılıklı duygular dile getirilemediğinden bitiyor, yuvalar yıkılıyor...

Demek ki çok değişken bu durum. Kişiye göre, ortama, toplumsal değerlere, kültüre göre farklı bakış açıları var. Yine de her durumda ortada bir ilişki var. Ne olursa olsun yine birbirini seven insanlar, sevdalar var. Aşk engel tanımıyor ya da kalıplara sığmıyor yani...

Kendi adıma duygularımı saklamayı ya da içimde hapsetmeyi sevmiyorum, fırsatım varsa doya doya yaşamalıyım diye düşünüyorum; bu da benim tarzım... Arada bir karşısındakinden duymak da istiyor insan. Bazen bilmek, hissetmek, onu zaten yaşıyor olmak yetmiyor. O sesi, o cümleyle birleşmişken duymak istiyor...

"Seni Seviyorum..."

Dünyevi değerler arasında sevgiden daha kutsal ne var ?

9 Ağustos 2009

Bloglar ve Forumlar

Blogların popülerleşmesi ve ücretsiz kaynakların yanında verilen desteğin artması ile ilgi çığ gibi büyüdü, malum... Türkiyedeki internet kullanıcıları da bu mecrayı pek sevdi, ilgi gösterdi.

Kurumsal anlamda önemi firmalar tarafından çok az anlaşılmış ve uygulanmış olsa da Türkiyede daha fazla kurumsal blog oluşturulacağı konusunda da benim açıkçası pek ümidim yok maalesef.

Şahıslar ya da gruplar tarafından oluşturulan blogların içerikleri ve kullanım şekilleri şaşırtıcı derecede çeşitli ve bu çeşitlilik Türk kullanıcılar arasında da görülüyor.

Bir çok servis, blogunuzu tanıtabileceğiniz bir sürü mecra var. Bunlardan faydalanabilmek için ne yapılması gerektiği konusunda yüzlerce konu mevcut.

Blogların bu kadar yaygınlaşması ve daha çok kullanılır olmasından önce daha popüler olan forumlarda ise durum biraz vahim. Bana göre kullanımı daha kolay olan ve sağlıklı yapılandırıldığında, konu başlıkları doğru seçildiğinde bloglara göre çok daha faydalı olan forumlara ilgi gittikçe azalıyor. Yine de daha çok insana ya da kaynağa, daha interaktif bilgi alışverişi yapabileceğimiz ortamlara ihtiyaç duyduğumuzda hala başvurduğumuz ortam forumlar... Özünde bakıldığında bloglar da bir konu açılması, kullanıcıların onlara yorumlar bırakabilmesi ve bu yorumların da cevaplanabilmesi fikir olarak forumlarla gelişen bir yapıya dayanıyor. Web 2.0 diye kandırıyorlar sizi inanmayın :)

Forumların genel yapısını bilirsiniz; ana başlıklar, alt başlıklar ve konuları organize etmek, hedefi ve yapısı gereği forumlarda daha kolay olur. Bu sayede aradığınızı bulmak ya da elinizdeki bilgiyi paylaşmak daha kolay olur. Konuya eklenen mesajların takip edilmesi bloglara göre biraz daha kolay olduğu gibi, önceki mesajlardan alıntı yapılarak cevaplayabilmek de bir avantaj bana göre.

Üyelerin gönderdiği mesaj sayısına göre rütbe almaları sanki biraz ego okşama, teşvik etme gibi görünse de, forumlarda çok mesajınızın olması bir anlamda saygınlığınızın olması gibidir. Sorulan sorulara ya da tartışılan konulara ne kadar katkı yaparsa, kullanıcının rütbesi mesaj sayısına göre artar.

Üye kullanıcılar arasında özel mesajlar gönderilebilmesi farklı bir sosyal ortam oluşturabilir.. Mesela bir dönem biz HerTürlü.Net' de buluşmalar düzenleyip, üyelerimizle biraraya geliyor, shbetler ediyorduk. Daha farklı aktiviteler gerçekleştiren forumlar da vardı.

Hala varlığını devam ettiren forumlar da var. Bahsettiğim paylaşımda esneklik özelliği sayesinde gittikçe de büyüyorlar... Aradığımız bir çok detaylı bilgiyi hala forumlarda bulabiliyoruz.

Velhasıl bloglar geldi, mertlik bozuldu sanki :) Daha önce üye olduğunuz, takip ettiğiniz forumlar varsa tekrar gözden geçirmenizi, onlardaki yenilikleri de takip etmenizi öneriyorum kısacası...

28 Temmuz 2009

Open Directory Project

DMOZ - Open Directory Project
Uzun zaman sonra web çalışmalarımdan birinin DMOZ' da yer aldığını görmek çok keyif verici oldu. Kayıt isteğimi uygun bulup onaylayan editör arkadaşa teşekkürler :)

Open Directory Project olarak bilinen DMOZ, internetin en prestijli ve ciddi dizin sistemi olarak tanınır. Bir çok arama motoru sistemi ve dizin servisi bu kaynaktan yararlanır. Alexa verileri gibi, DMOZ kaydınızın olması da Google PageRank değerini etkileyen faktörlerdendir.

DMOZ, gönüllü editörler tarafından işlenir ve içeriği oluşturulur. Kayıt için başvurduğunuzda bölgeniz ya da başvurduğunuz kategori ve alt kategoriden sorumlu editör sitenizi inceler ve dizine eklenecek kalitede içerik ve tutarlılık sergilediğinizi anlarsa başvurunuzu onaylar.

Spam sayılacak, birbirini tekrarlayan ya da başka kaynaklardan kopyalanmış bir içerikle bu sisteme girmeniz mümkün değildir.

Bütün SEO makaleleri ve kaynaklarda belirtildiği gibi özgün içerik bu noktada da işe yarar. En azından etik olarak da uygun görülen bir yolla yani içeriğin kaynağına link vererek bu engeli de ortadan kaldırabilirsiniz ancak yine de içerikten alıntı yapmanın ya da kopyalamanın dışında kendi yorum ya da eklemelerinizin bulunması, içeriğinizin özgünlüğü açısından önemlidir. Zaten başka bir yerde de bulunabilecek bir bilgiyi olduğu gibi alıp kopyalamak çok da mantıklı ya da faydalı bir hareket olmaz, bu açıktır.

Sonuş olarak benim de muhteşem bir içerikle insanlığa ışık tuttuğum gibi bir iddiam yok ama en azından bana ait birşeyleri ortaya koymaya çalıştığım farkedilmiş, bu da pek keyifli... Darısı başınıza mı denir, ne denir :)

23 Temmuz 2009

Ben ya da Biz

İnsan zamanla yalnız olmaya alışıyor. Etrafında karışan, müdehale eden, yönlendiren kimse olmaması pek güzel. Neyi, ne şekilde yapmak, yaşamak, hissetmek istiyorsan öyle olmasını sağlamak elinde. Sana ait bir günde sabah uyanacağın saatten, gideceğin yere, yapacağın ya da yapmayacağın işlere, zevk alacağın ya da hoşlanmayacağın herşeye tamamen kendi özgür iradenle karar verebilirsin...

Dost dediğin insanlar da ihtiyacın olduğu anlarda yanındalar belki, dara düştüğünde sana el uzatıyorlar, derdini, sıkıntını dinliyorlar... Daha ne olsun ?

Bu noktaya kadar herşey yolunda... Aman da özgürlük ne kıyak birşeymiş!...

Bunları yaşarken, hissederken hayatına birinin müdahil olması önemli bir olaydır. Önemli olabilmesi için de o kişinin herhangi bir arkadaşdan, dosttan farklı bir yeri olması, özel birşeyler yaşatıyor olması gündemdedir.

Geçmişin, yaşananların, çekilmiş acıların, tatsızlıkların anlamı kalmaz o saatten sonra. Senin ya da onun özel bir çabası olmamasına rağmen birşeyler değişmeye başlar. Yalnız olduğun zamanlarda hissettiğin huzur verici hissin, aslında bir boşluk olduğunu, birşeylerin eksik olduğunu farketmeye başlarsın. Anlarsın ki kalabalıkların içinde de yalnızmışsın. İnsanlarla paylaşabileceğin güzel birşeyin yokmuş halbuki, günü dolduruyormuşsun; bunu anlarsın...

Sonra bir süreç başlar. Hayat arkadaşını, o özel insanı anlamaya, tanımaya çalışırsın. Bazı şeyler yadırganır, garip gelir, belki ürkersin ama garip, sıradışı bir çekim vardır bir yandan da... Senin o eski büyülü dünyanda eksik olan birşeyi tamamlamaktadır bu şahıs; sevgidir bu kalbinin ritmini hızlandıran, adrenalin salgılatan, heyecanlandırıp bazen ürperten garip şey... Şefkati hissedersin, düşünmeyi, endişelenmeyi, uykusuz kalmayı, sevinci hatırlarsın, huzurun farklı bir halini hissetmeye başlarsın. Artık "ben" dışında bir de "o" vardır... Hissettiğin şeylerden eminsen "biz" olduğunu görürsün...

Bir ses, bir "Merhaba" hayatını değiştirivermiştir artık...

Sen hasta olduğunda seninle aynı acıyı yaşayan biri daha vardır artık, zamanında yemediğinde kızan, yeterince dinlenmediğinde azarlayan, kararsız kaldığında seni silkeleyen, sinirlendiğinde sakinleştirmeye, hata yapmanı engellemeye çalışan, senin için, seninle birlikte düşünen...

Hayat bu, tökezlersin, dostların elini uzatır, tutar... Ayağa kalkar ve yoluna devam edersin.

Diğerlerinden farklı olarak o özel insan seni yerden kaldırdığında gözündeki yaşı da siler... Salya sümük ağlamak istiyorsan da bunu onun omzuna yatarak doya doya yapabilirsin.

Ter koksan da tiksinmez senden, "çalışmış, yorulmuşsun" der... Sen yorgunsan o da yorgun hisseder, halsizsen, onun da keyfi kaçar... Güldüğünde seninle aynı tadı alır kahkaha atmaktan, ağladığında senin kadar o da hüzünlüdür. Herşey, iyi ya da kötü ayrımı yapılmadan birlikte göğüslenmektedir artık. Zorla olmaz bütün bunlar, keyifli bir mecburiyet hissi vardır içinde. İstediğin için, ne şekilde olursa olsun keyif aldığın için yapmak istersin hepsini...

Şimdi düşün bakalım hangisi daha keyifli, anlamlı, daha gerçek, daha yapıcı, daha yaratıcı...

Kumdan kaleler yapıp, her dalgada bir kenarından erimesini seyretmek mi, yoksa yokuşlarıyla, inişleriyle, acılarıyla, mutluluklarıyla bir hayatı, o özel insanla paylaşıp, aşkla bezeli koca bir dünya inşa etmek mi ?

Şimdi ayrımını yapabiliyor olman lazım; yalnızlığın seni ne kadar ayakta tutabilir ya da sevgi seni ne kadar yüceltebilir...

...

Düşünebilmek insanı ayrıcalıklı kılan özellik, bu herkesce malum. Bazen düşünmeden, öfkeyle, hırçın ve fevri bir tavırla kalp kırabiliyoruz. Bu da insan olmanın cilvelerinden... Hangimiz mükemmeliz ?

Cevap şu;

Sevgiyi yaşayabilen ya da yaşatabilenler...

Netice olarak; Seni Seviyorum diyebilecek kadar cesur olabilmektir esas marifet...

Çiğdem

19 Temmuz 2009

Töreniz batsın

Hafızamda yer eden tek namus cinayetiydi Güldünya’nın ölümü. Töre cinayeti demek daha doğru olurdu belki. Bir akrabasının tecavüzüne uğrayıp hamile kalmış, yolun ortasında kurşunlara hedef olup ölmemiş ve gözü dönmüş kardeşleri tarafından hastanede öldürülmüştü. Ne suçu vardı kendisinin karnındaki bebeği korumaya çalışmaktan başka bilinmez. Belki tecavüze uğradığı anda yaşamaktan vazgeçmişti ya da tecavüz edip günahına giren insanı sevmişti. Kendisine konulan isme inat dünya gülmemişti ona, genç yaşta toprağın altına girmişti bedeni.

İsmini anımsayamadığım bir genç kız daha var yine namus cinayetinin arkasına sığınıp hayatını kaybeden. Eniştesinin tecavüzüne uğrayan, ablasının evliliği bitmesin diye sesini çıkartmadan 2 yıl boyunca erkek sıfatına bürünen bir hayvanın cinsel isteklerini yerine getiren ve hamile kaldığı zaman ailesi tarafından katledilen. Asıl ölmesi, öldürülmesi gereken eniştesi iken bedelini kendi canıyla ödemişti o da. Kim bilir daha kaç kişinin günahına girecek erkek kılığındaki hayvan, kaç genç kız namus için öldürülecek.

İki kadının da suçu tecavüze uğramaktı ama her ikisi de evlilik dışı çocuk sahibi olmakla suçlanıp öldürüldüler sanki onlara bunu yapanların hiç suçu yokmuş, uçkuruna sahip çıkamayan o adamlar çok namuslularmış gibi. Belki sevmişlerdi o adamları, inanmışlardı onlara. Ama suçlu olan, namussuz olan onlardı çünkü onları yetiştiren zihniyet hala kadını mal gibi görüyordu. Kadın sevmezdi sadece erkeğine karşı vazifelerini yerine getirirdi. Evlenir, boy boy çocuklar doğurur ve köşesinde oturup kocasından gelecek emirleri beklerdi.

Hemen her gün gazetelerin 3. sayfalarında bir aşk ya da namus cinayeti okuyoruz.
Kendisini aldatan karısı X’i sokak ortasında bilmem kaç yerinden bıçakladı.
Ayrılmak isteyen sevgilisini öldürdü.
Sevgilisiyle birlikte karısını/kocasını öldürdü…………………diye.

İnsan sevdiği, canım dediği insana nasıl kıyabilir ki? Canım dediği insanın canını alma hakkını nasıl bulur kendinde? Aldatıldığı zaman neden kendinde bir eksik aramaz da karşısındaki insana bir takım sıfatlar yapıştırıp en kolay yol olan öldürmeyi seçer? Bu kadar zor mudur canım dediğin insanla oturup konuşmak, sorunlara çözüm aramak?

Ben bu tarz olayları okudukça ve duydukça artık tek bir şeye inanmaya başladım. İnsan asla başkasına aşık olmuyor. Sadece kendimizi sevdiğimiz için bu taşkınlığımız. Birisine aşık olacaksak bile bizi mutlu edeceğini düşündüğümüz için aşık oluyoruz bence. Ve o bizi aldattığında kendi mutluluğumuz tehlikeye düştüğü için öldürme yolunu seçiyoruz. Onsuz mutlu olamayacağımızı bildiğimiz için.

Velhasıl BEN duygusundan kurtulmadan, ne adam gibi ilişkiler yaşayabiliriz ne de gazetelerin 3. sayfalarında aşk ve namus cinayetleri okumaktan kurtuluruz…

Kim Korkar Hain Hayattan


An gelir, herşeyin sonuna geldiğimi, artık çare kalmadığını düşünürüm. Ne çözüm kalmıştır artık, ne de onu arayacak takâtim... Kapatıp gözlerimi, oracıkta öylece kalayım, hiçbirşey yapmadan, düşünmeden, sadece susup, için için, sessiz çığlıklar atayım isterim.

Defalarca olmuştur bu. Sizin de böyle hissettiğiniz zamanlar olmadı mı?

Yine de bugün varsam, hala inatla ayakta durabiliyorsam, söyleyecek birkaç kelimem varsa bütün sıkıntılara, sorunlara rağmen, bu, umudum ve inadım sayesindedir.

Sabrettim, çabaladım da herşeyi çözdüm mü ? Ya da hakettiğime inandığım yerde miyim ? Hayır...

Tek ve en önemli kârım, özgüven ve inanç oldu... Aklıma ve yüreğime daha çok güveniyorum artık. İnanırsam, sabredersem ve yeterince çaba sarfedersem aradığımı bulabileceğimi biliyorum.

Dünyada hâla güzellikler olduğuna, doğru insanlar da olduğuna, aşkın uzakta da olsa var olduğuna inandım, umudumu kaybetmedim, sabırla kendim olmaya devam ettim ve hayatın bunun karşılığında verebileceği en güzel hediyeyi aldım... Daha güzel bir örnek olabilir mi?

Diğerleri mi? Onların da sırası gelecek elbet... Artık yalnız da değilim hem; bir yoldaşım var... İki kat umut demek bu da... Tüm olumsuzluklar ve hatta hayatın bizzat kendisine karşı daha da güçlüyüm artık...

1 Temmuz 2009

Blogger Aranıyor

Eğer siz de klavyenize güveniyorsanız ve en güzel "Hobi Blogu"nu ben hazırlarım diyorsanız, hemen harekete geçin!


Garanti Emeklilik tarafından desteklenen bir yarışmadan bahsetmek istiyorum. 19 Haziran' da başlamış ama geç kalmış sayılmazsınız. Eğer hobiler başlığı altında değerlendirilebilecek çalışmalarınız, takip ettiğiniz konular varsa bunlarla ilgili en fazla 3 yazı yazarak sistem içerisinde bir blog oluşturuyorsunuz ve yarışmaya katılıyorsunuz. 31 Temmuz' a kadar vakit var. Ödül de tatil planı... Detayları isteyenler şu adresten bulabilir...

hobimlemutluyum.com isimli sitenin geneline bakıldığında ise oldukça hareketli ve katılıma müsait bir ortam görülüyor. Dalıştan, ahşap boyamaya, binicilikten plates'e, yoga' ya, fotoğraf, dans, gezi, kayak, seramik gibi bir çok klüp var ve bunlarla ilgili bir takım aktiviteler, yarışmalar, atölyeler düzenleniyor. Vakti olanlara tavsiye edilir...

Siz de hobinizle mutlu olun...

"Ne özel bir yeteneğim ne de herhangi bir hobiye ilgim var... Ne yapabilirim?" demeyin. Bu siteye girdiyseniz ve bu satırları okuyorsanız, doğru yoldasınız. Siz de hobisi olan mutlu insanların arasına katılabilirsiniz.

Aslında herkesin bir hobiye eğilimi vardır. Siz de ilgi alanınızı keşfedip, hemen şimdi ilk adımı atabilirsiniz. Mesela mutfağa girip yemek yapmaya başlayabilir veya herhangi bir müzik eşliğinde özgürce dans edebilirsiniz. Cep telefonunuzla fotoğraflar çekmeye başlayabilir, "Benim spora ilgim var" diyorsanız bir raket ve top alıp bir duvarın karşısına geçebilirsiniz.

-Yazımın geri kalanı da burada.

21 Haziran 2009

O Gün


İlk defa o gün sarılmıştım sana, kollarımı açtığımda sana getirdiğim bahar saçılmıştı tüm şehre... Yüreğinden yüreğime sevgin akıverdi sonra; içim ısındı...

O gün ellerimi tuttuğundan beri hiç üşümediler, hiç sıkmadım yumruğumu bir daha, kenetlenmedi parmaklarım acıdan...

Uzakta da olsan (şimdilik), hiç sensiz kalmadım. Farkında değilsin belki de, ben oradan ayrılırken, seni de aldım yanıma... Bir daha bırakmamacasına...


Hands

Tarif

Alın size huzurun tarifi;

biraz dikkatli olmak lazım
hafif özveri
bir tutam nezaket
bir taşım da saygıyla kaynattın mı
tamamdır...

18 Haziran 2009

Ben de Küçüktüm Bir Zamanlar

Bu böyle olmayacak. Klavyesi olan yazıyor... Yok yok, darılmayın hemen yahu :)

Takip edenler farketmiştir, uzun zamandır çok düzensiz yazıyorum. Düzenli giden birşey yok ki ben düzenli olayım... Baktım bu kadar ciddi konu yoruyor artık beni, ben de biraz eğlenelim dedim...

Yanlış duymadınız, bir zaman ben de küçüktüm... Arkadaşlarım her ne kadar bu derece eski dönemlerin tarih bilimini değil, arkeolojiyi ilgilendirdiğini düşünseler de, ben hala kendimi genç hissediyorum :)

Ben küçükken neler yapardım sorusunun cevabını öyle alenen vermek niyetinde değilim ama :) Zira pek de civcivli bir çocukluğum yoktu aslında...

Birkaç ayrıntı var ama, pek keyif aldığım, onlardan bahsetmezsem olmaz şimdi... Bazı arkadaşların da hevesi kabarmıştır şimdi; ayrıntı yakalayacaklar ya :D Pışık...

Ev kuzusu denir ya hani, biraz öyleydim ben. Sokağa salmazdı annem beni pek, bol bol evde zaman geçirirdim. Hatırı sayılır miktarda müzikal arşiv ve kitap da vardı, özellikle gemici babamın yurtdışında getirdiği kasetleri dinleyip, nadiren çıktığım sokakta çocukları etrafıma toplayıp uyduruk bir ingilizce ile şarkılar söyler, ceplerindeki bütün parayı toplardım... Ama benim ticarette zayıf olacağım o zamandan belliymiş; acırdım eve dönünce dayak yiyecekler diye, geri dağıtırdım paralarını konserden sonra :)

İstoşda o zaman sağlam kar yağardı, o zamanlarda serbestti sokağa çıkmak elbette. Ben masum, yumuşak kartopları yapar, sıkı ve adil oyun çıkarırdım, haylazın biri kaya gibi, içi buz takviyeli kartopunu kafama çaktımı da ağlaya zırlaya dönerdim eve, karda oyun macerası da genelde kısa sürerdi...

Oturduğumuz evin bulunduğu yokuşu tırmanır nefes nefese çıkardım yukarı okula giderken, o şerefsiz köpek sürüsü de her sabah durağa kadar kovalardı beni... Bir sabah da farketmeyin beni, ne bileyim uyuyakalın... yok... hiç sektirmedi adiler... 4-5 tane boyum kadar köpek, hav höv peşimde... yazıkmış bana :)

İstanbulda bizim çok imkanımız olmazdı sokaklarda birşeyler yapmaya ama oturduğumuz mahalle nispeten daha sakindi birçok yere göre... Ben bile o kadar az dışarı çıkmama rağmen, bir sürü sokak oyunundan nasibimi aldım. Sayfalarca yazacak kadar olmasa da güzel anlar var aklımda kalan... Ama dedim ya, fazla ipucu vermek yok ;)

8 Haziran 2009

Sanal gerçeklik.

Buz gibi bir ekranda sıcak bir merhabaydın sen. En gerçekten daha gerçektin.

Rotasını, klavyeye dokunan parmaklarımızın çizdiği yolculukta aynı durakta karşılaştık biz. Sıcacık bir merhabaydın sen buz bir ekranda.

Yalnızdık, yolu yok yalnızdık. Bir şekilde yalnız. Gerçek yasam içindeki sanallığımızdan kaçıp, sanal yasamdaki gerçekliğe soyunmamış mıydık cebimizdeki yalnızlık ağırlaşınca. Sonra çıplaklığımıza kelimelerimizi giyinmemiş mıydık? Açıp tüm gizlerimizin önünü, istediğimizce özgür, dilediğimizce deli, yaşayamadığımızca çocuk, inandığımızca kendimiz olduk. Nasıl aktık birbirimize zaman içinde, kol bulmuş nehirler gibi.

Söylenememiş biriktirdiklerimizi, kırılmış umutlarımızı, bedeli ödenmiş vakitlerimizin bıraktığı fermanı, yitirdiklerimizi sormadık mı, anlatmadık mı birbirimize güvenerek? En gülünmeyecek şeylere bile gülmedik mi çocuklar gibi bir masalın içinde kahkahalarla, haytaca, tüm günün ciddiliğini fırlatıp bir kenara ! Olabildiğimizce özgür, umursamazca kati, tüm öfkemizle, yığılan isyanlarımızın hırsını çıkardık ! Ağladık, güldük birlikte harf harf... Yağmuru yağdırdık, güneşi doğdurduk, ayrı mevsimlerde aynı mevsimin soğuğunda üşüdük, sıcağında ısındık, dostluğu paylaştık biz.

Herhangi bir günün yorgun akşamında dudağımıza değmeyen bir fincan kahvenin tadını bildik.

Buz gibi bir ekranda sıcak bir merhabaydın sen...

30 Mayıs 2009

Gün Gelir...


Yola çıkıyorsun işte... Beklediğin, hayalini kurduğun, ideallerinin, hedeflerinin başlangıcı tayin ettiğin büyük yolculuk başlamak üzere... Yarından itibaren yeni bir hayat başlıyor senin için; kutlu olsun sevgilim.

Elbette her başlangıç tedirgin eder insanı, sonunu kestiremeyebilirsin, belki korkarsın... Senin hayallerin kocaman; yüreğin kadar olmasa da...

Allah yar ve yardımcın olsun, yolun da, bahtın da açık olsun...

Bir gün ben de geleceğim yanına, herşeyin karşısına birlikte dikileceğiz, omuz vereceğiz birbirimize... Yolun sonuna da birlikte varacağız...

Meleğim; alınterin, emeğin için çıktığın bu yolda hep seninleyim ve seninle gurur duyuyorum...

Morning on Road

22 Mayıs 2009

Yolculuk

Yolculukların en güzel yanı ulaşacağım yerde karşılaşacaklarımı hayal etmek bence... Yol boyunca aklımdan bir sürü senaryo geçer, kendi kendime konuşurum bazen; "ben şöyle diyorum o(nlar) da böyle cevap veriyor..."

Yeni yerler, yeni yüzler, yeni hayatlar... Çok cazip bana göre. İçimde bastıramadığım bir keşif duygum var eskiden beri ama bu duyguyu destekleyecek nakit bulmak ayrı bir konu elbette :)

Bu sefer yolculuk sebebim çok farklı ve özel; yeni bir hayata adım atıyorum, bir hayat kurmaya gidiyorum; heyecanlı ve mutluyum... Canım' a gidiyorum...

Allah herkese, kendini benim kadar mutlu hissedebilmeyi nasip etsin...

15 Mayıs 2009

2

2... 20... mümkün olsa 200 yıl... Gitme... Sakın... Isıt ruhumu; üşüyorum sensiz...

13 Mayıs 2009

Müze Kart

T.C.Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından çok takdir ettiğim bir çalışma başlatılmış. 20 TL ücretle satın alacağınız Müze Kart ile bir yıl boyunca Türkiyenin her yanında 300' den fazla müzeyi ve ören yerini sınırsız olarak gezebiliyorsunuz...

Gezilebilecek bütün müzelerin listesini bu dosyada ziyarete açık oldukları gün ve saatlerle birlikte vermişler.

Benim gibi müze meraklıları için kaçırılmaz bir fırsat...

Çok akıllıca bir çalışma olmuş. Böylece hem insanların dikkatini çekip, ilgiyi artırmak mümkün, hem de ciddi oranda gelir elde edilebilir. Bu ve benzeri kampanya tadında çalışmaları daha sık görebilmeyi umut ediyorum ve bu fikri yaratanları da kutluyorum...

Ayrıca güzel de bir tüyo vereyim; Atlas dergisi Mayıs sayısında 1 aylık Müzekart hediye ediyormuş... Biraz geç farkettim ama hiç yoktan iyidir :)

11 Mayıs 2009

Erkek (M)illeti..!!!

Şahsi kanaatim kalpten beyine giden bağlantılarınızdan birinde kısa devre olduğu yönünde olsa da evet kadın milleti olarak biz de siz olmadan yapamıyoruz nedense.Elbette siz erkeklerin nasıl ki kadınlarda anlamlandıramadığı şeyler varsa bende de var bu tür şeyler.

Mesela;
-Neden ağzınıza sıçacağı gün gibi ortada olan bir hatuna aşık olup,sıçım işlemi olduktan sonra kendinize değil de hatuna kızarsınız? Ve neden bu durumdan sonra yeryüzündeki bütün hatunlardan intikam almayı kendinize görev bilirsiniz?

-Neden arkadaş olarak çok eğlenceli iken sevgili sıfatına bürününce değişirsiniz?

-Neden sömürülmeye bu kadar müsaitsiniz?

-Neden kadınları yemek yaparak etkileyeceğinizi düşünürsünüz?

-Neden çok sevildiğinizi anladığınızda kıçınız kalkar?

-Neden gizli saklı ağlarsınız?

-Neden duvarlarınız var?

-Neden şefkate ihtiyacınız olduğunuzu gizlersiniz?

-Neden hayatta hep tetikte durursunuz?

-Neden dışınız sert içiniz yumuşaktır?

-Neden empati yeteneğiniz azdır?

-Neden problemlerinizi hep kendinize saklarsınız?

-Neden terk edileceğinizi anladığınız anda atağa geçersiniz?

Neden,neden,neden……..?

Var mı bu soruları cevaplayabilecek kendini çözebilmiş bir ademoğlu?

9 Mayıs 2009

Kadın Milleti

Ne onlarla oluyor, ne de onlarsız... Hatta onlarsız hiç olmuyor :)

Bir defa onlar olmasa bizim hayatımızı kim yola hale sokacak ? Misal ben sabahları bir yandan annemin, bir yandan sevgilimin telefon tacizleri olmadan uyanamıyorum :) Gece de yatmam için benzer bir baskı lazım...

Gecenin bir yarısı banyo yapmayı aklımdan geçirdiğimde, çoktan herşey hazırlanmış oluyor... Sanki aklımı okuyor annem :)

Bu arada anneler gününü de kutlamadan geçmeyelim...

Sonra bütün bir hayatını bir erkekle geçirmek fikri erkek olarak bana bile bazen katlanılmaz gelirken kadınların bunu başarabilmesi yeterince sıradışı...

Kuaför olayı var sonra, saçlar, kaşlar, gözler... çok uğraştırıcı, çekemezdim herhalde... Hele şu ağda olayı... brrrr...

Anlayamadığım ve meraktan çatladığım noktaları maddeleyim bakalım;

- Hergün işe giderken farklı bir kıyafet giymek kadınlar için neden mecburiyet gibi ?
- Neden o kadar çok ayakkabıları var ve neden her özel durumda giyecek ayakkabı bulamıyorlar ?
- O kocaman çantaların içinde ne taşıyorlar ?
- Cicili bicili, incik boncuk dolu, tüylü şeylere neden bu kadar meraklılar ?
- Neden ağır işleri hep erkeklere yaptırıyorlar ?
- Teknik işlerden (bilerek) hep uzak durmalarına rağmen, çamaşır makinesi kadar kompleks bir cihazı nasıl bu kadar başarılı kullanabiliyorlar ?
- Neden bu kadar çok konuşuyorlar ?
- Tam bir tartışmanın ortasındayken nasıl bu kadar keskin şekilde susabiliyorlar ?
- Kötü olduklarını hissettirdikten sonra neden "yok birşey" diyorlar ?
- Niye sadece onlar naz yapabiliyor ?

Aklıma geldikçe eklerim daha bir sürü soru var da bunlar bir nefeste aklıma gelenler... :)

Ha bir de kadınlara evlenmek için önce tek taş yüzük alınması zorunluymuş gibi empoze eden yazılı ve görsel medyayı da şiddetle kınıyorum... Bak benim sevgilim fikrine bile karşı çıktı; demek ki şart değilmiş... ;) Maksat gönüller bir olsun, gerisi yalan...

Var mı yukarıdaki soruları cevaplayabilecek ? Özellikle kadınları çözebilecek seviyeye yani nirvana' ya ulaşmış erkeklerden cevap bekliyorum...

21 Nisan 2009

Sen iste yeter...

Belki bana kızacaksın, belki azar bile işitirim ama olsun, artık cevap verme vakti geldi sevgilim, işte isteklerinin her birine cevabım...
Burdan buyrun...


Hayatıma giren son kişi ol istiyorum…
- Hayatına giren son kişi olmayı senden daha çok istiyorum...
Geçmişimi sorgulama,bana geçmişimi unuttur istiyorum…
- Benim hevesim seninle geçirebileceğim güzel yarınlarda... Geçmiş, iyisiyle kötüsüyle orda kalsın...
Kadir kıymet bil asabımı bozma istiyorum….
- Hayat bana senin kadar güzel bir hediye vermiş, nasıl bilmem kadrini, kıymetini...
Güncellenebilme özelliğin olsun istiyorum…. :)
- Muhtelif zamanlarda firmware update' lerim çıkar merak etme :) Üretici firma garantisi ;)
Keşke değil iyi ki ol istiyorum…
- Sen benim "iyiki"'m oldun bile... umarım ben de senin için olurum...
Beklentilerinden arınmış ol istiyorum…
- 5 çocuktan başka beklentim yok senden hayatım :)))
Osuruktan nem kapma istiyorum…:)
- Olmazsa cebimde naftalin taşırım şekerim, sorun etme sen ;) Hiç öyle huylarım da yoktur hem...
İnsan ol istiyorum…
- Sana duyduğum aşk bana insan olduğumu her nefes alışımda hissettiriyor zaten...
Patlıcanı sende sevme istiyorum : )
- Patlıcan konusu biraz karışık ama dışarıda yerim, eve gelmeden de sakız falan çiğner kokuyu da hallederim sorun olmaz sanırım :)
Kendini de beni de kasma istiyorum…
- Eğer benim yanımda kendini özgür ve güvende hissedemezsen başka ne için seviyor olabilirim ki seni ?
İnsanlara olan güvenime bir darbe daha vurma istiyorum…
- Sana yapacağım herhangi bir saygısızlık, öncelikle kendimi yaralamak olur, kendime saygımı kaybetmek demektir... Çabam bunu korumak adınadır... Saygı olmayınca, kuru sevginin kime faydası var...
Akıllı ol istiyorum..:)
- Aklımı başımdan almışken sevdan, bu da söz mü şimdi :)
Benden önce uyanıp kahvaltı hazırlayabilme özelliğine sahip ol istiyorum..:)
- Al işte sürprizlerden birini mahvettin bile :(
Geçmişindeki ilişkilerinin izlerini taşıma istiyorum…
- Merak etme; herkes layık olduğu yeri bulur...
Beni kategorize etme istiyorum…
- Ederim... Hiç kusura bakma... Seni gönlümde diğer tüm insanlardan farklı bir yere koymak kategorize etmekse ettim bile...
Her istediğime evet deme istiyorum…
- Bak buna evet diyeceğim şimdi kızacaksın :) Klon değiliz ki biz, elbette farklı baktığımız konular olacak...
Galeta yeme istiyorum :)
- Herşey tamam ama, galetama el uzattırmam :)) Bu ne yahu ? :D
Benden 5 çocuk sahibi olma fikrini aklından çıkar istiyorum :)
- Canım yabancı mıyız, anlaşırız elbet, buluruz bir ortasını :))

Hem niye terkedeyim seni ?... Ben seninle bir hayata, bir ömür, her gün doğumunda yeniden başlamak isterken, neden bu romanın son sayfasından başlayayım ki ? Bir ömür sürebilecek bir şarkının neden ilk önce son kıtasını okuyayım ki ? Hemde o satırlar, kollarında ölmeyi anlatırken; bizi ayırabilecek son seçeneği...

Seni Seviyorum...

14 Nisan 2009

Bu kaçıncı?


Utanıyorum.

Yargıdan utanıyorum.

Emniyetten utanıyorum.

Devletimden utanıyorum.

Hükümetimden utanıyorum.

Savcılarımdan utanıyorum.

Başbakanımdan utanıyorum.

Vatanını seven insanlara bu yapılanlardan utanıyorum.

İçim sızlıyor,bu ülkede sahip olmak istediğim gelecekle ilgili endişelerim artıyor,kaçıp gitmeyi düşünüyorum bazen... Ama sonra bu ülkeyi çulsuzlara bırakmamak gerek diye utanıyorum...

Sözde Ergenekon terör örgütünü çökertmek için yapılan, şu anda 12. dalgaya sahip olan, devamının da geleceği belli olan, nedense çoğunluğunu aydın diye nitelendirebileceğimiz, Türkiye'nin daha adil, daha yaşanabilir ve daha çağdaş olmasını isteyen insanlarını hedef alan operasyonda Atatürkçü hakimlerin, rektörlerin gözaltına alınması bu davanın kimin güdümünde işlediğini ortaya koyuyor aslında...

Benim anlam veremediğim ise; madem bu örgüte mensup olanlar, sözde terör örgütü ile "yıldırma, cana kıyma ve malı yakıp yıkma, korkutma" eylemlerini gerçekleştirecekler ve bu yüzden suçlanıyorlar; peki yerel seçimlerden önce sağa sola tehditler saçarak, gücünü kötüye kullanarak aynı eylemleri yayın organları önünde aleni bir şekilde gerçekleştirenlere ve tüm karşı düşüncedekileri mahalle baskısı, tartaklama gibi yöntemlerle sindirenlere "terör örgütü" den(e)memesi, böyle bir operasyon düzenlen(e)memesi... ne kadar ironik, ne kadar adaletsiz değil mi?

K.K.A.P.F

10 Nisan 2009

Gelecek

Adını her anışımda, aldığım her nefeste, içtiğim her kadehte yüreğim biraz daha hızlı çarpıyor "sen" diye... Ümitliydim "gelecek" diye, geliyorsun işte...

Eli kulağında; şenlenecek gökyüzü sen geldiğinde, İstanbulda bahar farklı bir anlam kazanacak... Ağaçlar eğilip selamlayacak seni, kuşlar şarkılar söyleyecek gelişinin şerefine...

Ve yarın daha bir güzel gelecek İstanbul' a, yaşamayı daha çok sevecek yaşadığı bütün kepazeliklere rağmen... Kıskanacak beni sonra, ondan daha çok seviyorum diye birini...

Yarın cennet yeryüzüne inecek...

Geçenlerde sohbet ederken birşey söylemişti bana; "İnsan karşısındakini kendi gibi bilirmiş" diye... Cevabını Özdemir baba vermiş bile :

Her seven sevilenin boy aynasıdır. Sevmek sevilenin o aynaya bakmasıdır.

5 Nisan 2009

Sihirli Düşler

Bana düşlerini anlattı bütün gece... Gizemli dünyasının en ücra köşelerine taşıdı beni, sihirlerle dolu düşlerinde gezdirdi... Elimi tuttu ve o bambaşka diyara aldı götürdü beni...

Acılarını, gerçeklerini, hüzünlerini, sevinçlerini, hayallerini bütün çıplaklığıyla seriverdi önüme...

Sihirli düşler kurduk birlikte bütün gece...

Tuttu elimden ve gittik gidebildiğimiz en uzak yere...

30 Mart 2009

Kimya Sorusu

korkacak birşey yok... benim bu; soydum ruhumun bütün elbiselerini, çıkardım maskelerimi, geldim kapına...
daha da inanamıyorsan, gözlerimin tam içine bakar,
elimi tutar sorarsın aklında ne varsa
bakalım ne söyleyebileceğim sana,
bakalım rol yapabilecekmiyim ?
hayat iksirine yarın sabah hala sahip olabilecekmiyim garantisi yok...
sana bugün verebileceğim ne varsa veriyorum...
geceden yenilerini ekip
sabaha topluyorum
yeniden geliyorum huzuruna
yenilenmiş bir aşk sunuyorum her sabah
belki yarın sabahki ekinleri toplayacak
vaktim olmaz
kim bilir
bugünü ne için kaçırayım ki ?
kimyada yoğunlukla ilgili formüller vardır illaki
ama aşkın kimyası hakkında formüllerin yazılı olduğu bir kitap var mı bildiğin ?
var mı ideal yoğunluğu verebilecek bir formül ?

24 Mart 2009

Hizmet mi hezimet mi?

Ben küçükken,daha Mersin Büyükşehir belediyesi mertebesine erişmemişken belediye başkanlığı seçimlerinde hepi topu 2 tane amca aday olurdu.Kaya Mutlu ve H.Okan Merzeci.
İstisnasız 5 yıl biri,5 yıl diğeri görev yapardı.Ama gel gör ki her biri bir öncekinin yaptıklarını yıkıp yenilerini yerine koymaya çalışırken geçerdi o 5 yıl ve benim şehrim kalırdı yine yapılamayan halleriyle ortada.

Gel zaman git zaman,günlerden bir gün Büyükşehir oldu benim ilim.Altına 3 belediyeyi daha aldı böylelikle.Değişim süreci başlamış bulundu.Yeni oluşumlarla birlikte değişmeye başladı kentin yüzü.Önce sahil şeridimiz harika bir hal aldı,festivaller ardı ardına yapılmaya başlandı,kentin basketbol takımı 1.ligde oynamaya başladı vs..Gerçi futbol takımının hali hala içler acısı ama olsun.

Şimdi 10 yıldır her gün biraz daha gelişen kentimde yine bir seçim telaşesi var tüm yurdumda olduğu gibi.Bir tarafta sahil kentimize Türkiye’nin en büyük artıma tesisini kazandıran,göreve geldiği günden bu yana kentimizi tam anlamıyla adam eden mevcut başkan,diğer tarafta seçimlerden sonra halkın arasına asla karışmayacak olmasına rağmen sms yolu ile belediyeye şikayetlerde bulunabileceğinizi söyleyen,güneş enerjisiyle çalışan sokak lambalarının varlığından yeni haberdar olan,görme engelli arkadaşlarımızı yeni hatırlayıp bununla ilgili caddelerde düzenlemeler yapacağını iddia eden,zaten yıllardır sanatçıların resimleriyle süslenen elektrik trafolarını görmeyip onları süsleyeceklerini iddia eden,şehrimizi adeta Alice’in Harikalar Diyarına çevirebilecek güçte adaylar.Hey anam hey beeee…

Hepinizin ciğerini biliyoruz ve sizi 30 Martta hezimete uğramış halinizle görmek istiyoruz.

K.K.A.P.F.

23 Mart 2009

Ben demedim mi ? (Hoşgeldin)



Ben demedim mi bu bahar havaları beni mahvedecek diye ? Al işte, vuruldum, tutuldum gitti... Ne olacak şimdi benim halim ?

Uzaklardan duyduğum bir kuş sesinin peşine düştüm, kalktım gittim düşler ormanının diğer ucuna. Güneşin tüm sıcaklığını, doğa ananın şefkatini, hayatın coşkunu bahşettiği bir peri karşıladı beni... Anladım ki her namesinde biraz daha büyüleyen o ses, O' na aitmiş...

Ne gittiğim yolu gördü gözüm, ne yorgunluğu... Geçmiş kayboldu, gelecek anlamsızlaştı ve an tarif edilemez heyecanlarla kazıdı zihnime kendini, yaklaştığı her adımda, aldığı her nefeste, yürüyüşünde, "hoşgeldin" deyişinde...

"Varmışsın" diyebildim, "rüya değilsin... asıl sen hoşgeldin..."

Hesaplayamadım bile zamanı, ne oldu, ne zaman ellerindeydim, ne zaman yola düştüm yeniden ?... Daha varlığının sarhoşluğunu atamamıştım üzerimden; hasretin mi sarsacak bir de ?...

Güzel çiceğim, çiğdem' im, canan' ım... hoşgeldin... binlerce defa...

20 Mart 2009

Sinerji

Şimdiye kadar kendi başıma at koşturduğum, canım ne isterse onu yazdığım, babamın çiftliği muamelesi yaptığım blogumda artık bir ev arkadaşım var. Artık kafama göre ortalığı dağıtamam, pasaklı yaşamaya son...

Kendisini sizlere takdim etmekten gurur duyuyorum... Huzurlarınızda...

Kediye Kafa Atan Psikopat Fare...

Hoşgeldiniz sayın fare... :)




Editim geldi: :)
Efendiiiiim,öncelikle hoşgördüüüm...
Zevkle okuduğum yazılara müdahil olabilecek olmak eğlenceli gibi görünüyor şimdilik.
Ay çok mutluyum okuyucu anlatamam sana..Bööyle midemde kelebenkler uçuşuyo,kalbim çarpıyo,mideme kramplar giriyo falan.Hemen yanlış anlama ,bunlar bana her yeni mekana gittiğimde oluyo:Pp
(kedime not: ev sahibi atlarını benim üzerime doğru sürer mi acep?)

İmza:K.K.A.P.F

Şener Şen - Veriyor musun ?

Neşeli Günler' di filmin adı galiba... En can alıcı sahnelerinden biri :))



Büyük sanatçısın Şener abi... :)

Güneşe Giden Yolda

Günden güne karanlıklara boğulan akşamların, sabahı olmayacakmış gibi görünen gecelerin de ertesi olduğunu, bir aydınlığa çıkacağını hatırlatan güneşe giden bir yol buldum... Aldım cümlelerimi de yanıma, çıktım yola...

Az gidip, uz gidip, tepeleri düz edip varacağım bir yerlere... Güneşe giden yol uzun, belirsiz...

Korkmuyorum, garip bir heyecan var sadece içimde... Tam içimde, kalbimde büyüyen birşeyler var. Sıcak, hiç durmadan çırpınan...

Güneşe giden yolda, sen de yanımda olacak mısın ?

19 Mart 2009

Geç Kalan Güneş

İstanbul uzun zamandır soğuk. Uzun zamandır da böyle soğuk yapmamıştı. Üşüdüm bu kış, hem de fena...

İçim üşüdü, zihnim, yüreğim... Yalnız kaldım daha da üşüdüm... Tatlı gelen uyku beni sessizce ölüme taşımaya başlamışken tam, biri uzatıp elini yanağımı okşayıverdi... Yüreğinin ateşi eline vurmuş; sıcacık etti her yanımı...

Hala hayatta olduğumu hatırladım, nefes aldığımı, kalbimin attığını... Ritmi, akordu bozulsada müziğin devam ettiğini duymaz olmuşum. Yeniden duydum o büyülü melodiyi.

Daha bahar gelmeden şaştı dengem, birkaç da çiçek görsem ağaçlarda hepten şirazem kayacak demek ki... Allah sonumuzu hayır etsin...

16 Mart 2009

Fikir Eserleri Kanunu Hakkında

Türkiyede internet camiasının ve blog yazarlarının en büyük sıkıntısı ürettikleri içeriğin çalınması ve bunu yapanların kimi zaman sanki kendi çalışmasıymış gibi göstermeleri. Maalesef o kadar yazılıp çizilene rağmen devam da edecek gibi.

Bu durum karşısında yapabileceklerimizin ne olduğunu bilmiyoruz. Bu konuda şöyle bir çalışma yapmış bir hukukçu arkadaş. İyi de olmuş zira hukukla ilgili metinleri okurken ben şahsen yarısını anlamıyorum :) Çok fazla teknik terim oluyor genelde... Ama bu yazıyı okuduktan sonra bazı konular kafamda netleşti... Kendisine de buradan teşekkür etmiş olayım ayrıca...

14 Mart 2009

15 Mart 2008


Bundan tam bir sene önceydi; 15 Mart 2008... "Buraya kadar. Ben gidiyorum, hoşçakal..." dedi ve gitti... Sonraları defalarca hem kendimi anlatmaya, hem de onu anlamaya çalıştım. Sebebini ikimizde biliyorduk ama hiç söyleyemedik. Şimdi de söylemeyeceğim; bizde kalsın...

Masal tadındaydı yaşananlar, o kadar güzeldi ki, on yılın nasıl geçip gittiğine şaşabildik sadece... Gençliğimizi birlikte yaşadık, hayatı birlikte öğrendik, yanyana büyüdük... Bir tek biz anlarız birbirimizi sanıyorduk ama meğer yanlış anlıyormuşuz... Koca ağ örülürken birkaç ilmik kaçmış arada...

Keşkelerim vardı içimde, kocamanlardı... Bir gün biri öldürdü onları birer birer... Şimdi artık hepsi "iyiki" oldular...

Umarım hayat boyu mutlu olur, hakettiği herşey onun olur... Tanıdığım, bildiğim en düzgün, en onurlu, en temiz kadındı, hayatıma giren diğerlerinin yanında...

Kimse kırılmasın ama... Hepiniz değerliydiniz benim için; olmadıysa da sebebini biraz da kendinizde arayın...

Velhasıl, hoşçakal serçe...

Ek : İşte o zaman yazdığım bir yazı...

Goodbye

11 Mart 2009

Hamdolsun Krizi Gördük

Başbakan Erdoğan sonunda Türkiyenin de krizden etkilendiğini farketti. Kendisini bu hızlı ve kararlı reaksiyonundan dolayı ayakta alkışlıyorum.

Bütün ülkelerin ekonomisinden sorumlu ekipleri sürekli önlem paketleri hazırlamaya çalışırken, nakit döngüsünü canlı tutmak için çözümler ararken, Türkiyede de bu işi firmalar ve vatandaş kendisi kotarmaya çalışıyor. Hükümet durum karşısında şükretmemizi bekleyedursun, işletmeler kapanıyor, insanlar işsiz kalıyor, aileler dağılıyor, bir sürü psikolojik sıkıntı, sorun, sorun, sorun... Teğet geçecekti halbuki, tam göbeğimize saplandı... Hay aksi...

Başbakanımızda farketmiş sonunda krizi; büyük ihtimal pırlanta satışlarında ya da gemiyle nakliye işlerinde bir yavaşlama oldu, oradan farkettiler birşeylerin ters gittiğini. Yine de aslında onların iktidarları döneminde herşeyin nasıl da iyiye gittiğini vurgulamayı da unutmamış. O kadar zam başka ülkede yapıldı çünkü. En büyük paramız bugünün parasıyla 20 TL iken şimdi 200 TL' miz var ama bu önemli değil... Cumhuriyet tarihinin en hızlı borçlanmasını yaşadı devlet, bunun da anlamı yok... İşsizlik son 5 yılın en yüksek oranlarına ulaştı, kimin umrunda. Dolar rekor seviyelere ulaştı ama bizim ekonomimiz krizden bile etkilenmeyecek kadar güçlü ya, sorun yok; hamdolsun diyelim hep bir ağızdan...

Bir mitingde bazı rakamlar vermiş sayın başbakan, bazı oranlardan bahsetmiş ama nedense bir şekilde olumlu gözükebilen birkaç parametreden bahsetmiş sadece... Reel piyasalar ne olacak ? İşçinin vatandaşın hali ? Diğer ekonomik parametreler yürürlükten mi kalktı ? Hazinenin durumu ? Dış ve iç borçlar ?

Ben anlamam ekonomiden, makrodan, mikrodan ama benim bile görebileceğim kadar berbat durumdayız başbakanım, siz hangi ülkenin ekonomisinden bahsediyorsunuz ? Maliye bakanınız yumurtayla meşguldü en son, dalgınlıkla yanlış rakamlar vermiş olmasın size ?

Okuyun bakalım ne demiş Başbakan

10 Mart 2009

Yine Motosiklet Kazası

Hemen hergün küçük ya da büyük motosiklet kazası haberleri duyar, görür oldum. Bu sabah da bir haber okudum; sürücü ölmüş, yolcunun da bir bacağı kopmuş. Sebep?: hareket halindeyken bir aracın sıkıştırması... Ölene rahmet, yaralıya acil şifalar diliyorum...

Arkadaşlarımdan yaralananlar, hastanede yatanlar oldu. Bir kaç sene önce bir arkadaşımızı kaybetmiştik. Sanırım ocak ayındaydı, E-5 üzerinde farklı kazalarda iki motokuryenin aynı noktada kafası koptu, v.s.

Geçen yaz motosiklet almak üzereydim ve son dönemlerde bu tür olayların artması üzerine vazgeçtim, tedirgin oldum. Trafikte dört tekerlekli araçlarla bile seyahat ederken bir sürü kendini bilmez, şuursuz, dengesiz tarafından sıkıştırılıyorsunuz, hele motosikletlere düşman gibi davranıyorlar. Taksideyim, şoför öndeki motosikletin dibine kadar giriyor. "Niye sıkıştırıyorsun" diyorum "Uyuz oluyorum bunlara" diyor. "Niye" diyorum, cevabı yok... Tamamen ruhsal bir problem, vicdansızlık, magandalıktan ya da... Çok seri hareket ediyorlar, tehlikeliler diye laf edenler var; onlar sizin gibi kendini şoför sanan beceriksizlerden kaçmak için seri davranıp uzaklaşmaya çalışıyorlar, asıl tehlike sizsiniz... Otomobil sıkıştıran motosiklet göremezsiniz ama her caddede mutlaka tersi bir durum vardır. Niye bu araçların da trafiğin bir parçası olduğunu kabullenmiyorsunuz ? Siz kullanmayı beceremiyorsunuz diye kıskandığınızdan mı yoksa tamamen denyoluktan mı? Motosiklet kullanıcısını sıkıştırıp, hayatını tehlikeye atmak çok mu keyifli ? İnsan olun biraz...

Kaç otomobil kullanıcısı güvenli sürüş tekniklerinden haberdardır? Kaçı bu konuda eğitimlere katılır? Oysa birçok motosiklet sürücüsü bu kurslara katılır, katılamazsa da bu konularda bilgiler, teknikler paylaşılır. Her motosiklet sürücüsü bir parça mekanik bilgisine sahiptir, en azından acil durumlarda ihtiyaçlarını giderebilmek için eğitimler alır, dökümanlar okur, araştırmalar yapar. Bunları kaç otomobil kullanıcısı yapıyor ?

Hiç kaza yapmış sarhoş motosiklet sürücüsü gördünüz mü? Polise diklenen, maymunluk yapan ?

Onlarda insan, elbette hataları oluyordur ama hayatları daha büyük risk altında olduğundan çok daha dikkatliler. Velhasıl hayatları tehlike altında, kendi dostunuzun, evladınızın, kardeşinizin başına gelmesini istemediğiniz şeyleri başkalarına yapmayın, insanları trafikte sıkıştırmayın, kural ihlali yapmayın...

Bende otomobil kullanıyorum. 1994' den beri aktif şekilde trafikteyim. Benim de işlerim var, ben de sürekli bir yerlere yetişmeye çalışıyorum, acelem var. Ancak hiçbirşey başka insanların hayatlarını tehlikeye atma hakkını vermez bana... Size de...

9 Mart 2009

28 Şubat Ayrıntıları

İşine gelmeyenler postmodern darbe dedi, bazıları da demokrasiye balans ayarı dedi. 28 Şubat' ın gerçek sebepleri mümkün olduğunca arka planda tutulmaya çalışıldı. Ufacık çocuklara oynatılan cihat oyunları, Erbakan' ın söylemleri, halkın demokratik tepkilerine verilen seviyesiz cevaplar hep unutuldu...

Kim ne derse desin, Cumhuriyet dönemi siyasi tarihinin en önemli isimlerinden biri olan Süleyman Demirel ile yapılan bir röportaj, netleşmeyen bazı ayrıntıları da gün yüzüne çıkarmış. Okunmasını şiddetle tavsiye ediyorum...

Vatan Gazetesi'nden Bilal Çetin ve Semra Çetin, 28 Şubat dönemi ile ilgili yıllardır sorulan soruların cevaplarını bulmamıza yardım edecek çok önemli bir röportaj yaptılar. Tarihe ışık tutacak bu röportajı aynen aktarıyoruz.

28 Şubat’ın sembolü sayılan “tankların Sincan’da yürümesini” siz nasıl öğrendiniz?

- Özel kalemime haber vermişler. Özel Kalem Müdürü bir kağıt getirdi önüme koydu. Ben telaş yapmadım.

Aklınıza ne geldi?

- Doğrusu asker müdahalesi olabileceğini düşünmedim. Asker müdahalesi olacak olsa tanklar Sincan’da değil başka yerde yürür.

Sizin o gün Dışişleri Bakanı Tansu Çiller’le bir görüşmeniz var. Görüşme bitiyor, yanınızdan çıkıyor, sonra tekrar geliyor yanınıza.

- Doğru. Dışarıda ona söylemişler, “Tanklar Sincan’da” diye. Tekrar geldi, “Tanklar yürümüş” dedi. Tanklar devletin tankı, tank yürüyecek bir olay yok. Halkına karşı tank yürütüp ne yapacak? “ Ben de ” Yürürse yürür bir şey olmaz, sen işine git “ dedim. Benim sözüm telaşsız, güven vericiydi. Tanklar yürüse sadece onun üstüne yürümez ki, tanklar devletin üstüne yürür. Devletin başında da ben varım. Ben kaygılanmadığıma göre onun da kaygılanmaması lazım. Ama can pazarı bu.

Tansu Hanım’da panik hali mi vardı?

- Vardı.

Ondan sonra mı siz Genelkurmay Başkanı’nı aradınız?

- Manevraya ya da garnizona gidiyormuş, dedi. Anlaşılan onun da çok fazla bilgisi yok, aşağıdakiler organize etmişler.

Daha sonra konuşmadınız mı?

- Bazı şeyler çok konuşmaya gelmez.

Sonradan 'balans ayarı' diye nitelenen tankların yürüyeceğinden haberiniz olsaydı ne yapardınız?

- Bozardım. Varsın yürüsünler diyemezsiniz ki. Yürüsünler yollar aşınmaz diyemeyiz ki, çünkü tank paleti aşındırır.

Bu olaydan sonra Tansu Çiller, Genelkurmay Başkanı Karadayı ve bazı komutanları görevden almak için size geldi mi?

- Hayır, kesinlikle doğru değil.

'Bir kararname hazırlasak onaylar mısınız' demedi mi?

- Hayır, hepsi safsata.

Güven Erkaya’nın anılarında, İslamoğlu’nun kendisine geldiğini ve komutanların emekliye sevkedilmesine ilişkin kararname taslağını gördüğünü anlattığı geçiyor...

- O günkü sorun Genelkurmay’da değil ki. Sorun, laikliğe, moderniteye yönelmiş hareketlerden rahatsız olmuş halk kütleleri vardı. Sorun o.

Tansu Çiller böyle bir kararnameden hiç bahsetmedi mi?

- Hayır. Zaten gerekirse onu başbakan yapar. Çiller yapmaz. Bu kadar önemli mesele vekille hallolmaz. Zaten Erbakan da böyle bir teklifle gelse, ben sorarım, ” Niçin? “ diye. Ne diyecek? ” Ben Hariciye Köşkü’nde birtakım tarikat üyelerini topladım buna itiraz ettiler, öyleyse bunları alalım, bunun için geldim “ diyebilir miydi? Yahut ” Benim Kayseri’deki belediye başkanım şunları söyledi “ ya da ” Sincan’daki belediye başkanım Kudüs Günü yaptı, orda şunlar oldu, bunlar rahatsız oldular, bunları alalım “ diyebilir miydi? Burada şikayet eden kim, edilen kim?

Ama 'darbe yapmak istiyorlar' diyebilirdi...

- Neyin darbesini yapacak? Sen bunları yaptığın sürece halk rahatsız. Halk rahatsız olunca bunlar da rahatsız. Sen bunları yapmazsan, halk rahatsız olmaz. Türkiye’de herkesin yaşam hakkı var. Herkesin uyması gereken şu Anayasa. Bu Anayasa da laikliği , moderniteyi getirmiş. 'Bunlara neden uyuyorsunuz' diye sorun yok, Türkiye’de 'Bunlara neden uymuyorsunuz' diye sorun var. 'Buna uymayın' deniliyorsa eğer, o zaman rahatsızlık çıkarsa, bu rahatsızlıktan dolayı -'kumandanları alalım' kim diyebilir ki? Olur mu öyle şey? Yani ne diyerek gelecekti bana Başbakan? 'Bunları alalım.' Peki niye alalım? 'Taksim’e cami yapacağız, onun için çadır kurduk, buna itiraz ettiler. Bunun için alalım' mı diyecekti? Halkın namaz kılmak için sorunu yok. 1.756 tane cami var İstanbul’da. 'Bunlar yadırganıyor, yadırgayanın kellesini uçuralım' diyebilir miydi?

Defalarca darbe yaşadınız ve darbelerden mağdur oldunuz. O dönem komuta kademesinin görevden alınması sizin aklınızdan geçmedi mi hiç?

- Hayır geçmedi. 28 Şubat’ta gerginlik Genelkurmay’da değil ki gerginlik halkta. Her gün saat 9.00’da ışığını söndüren halka ne diyeceksin ki... Her gün ışıklar sönüyor, yakılıyor olmasa, her gün Türkiye’de gazeteler birtakım önemli şeyleri yazmasa, her gün eleştirilecek hükümet icraatı olmasa o gerginlik olmazdı. O gerginliği Genelkurmay’daki 3-5 kişiyi değiştirmekle ortadan kaldırmış olmaz, aksine daha da çoğaltmış olurdunuz. Çünkü gerginliği meydana getirenler onlar değildi ki... Gerginlik vatan sathındaydı. Gerginlik tepeden değil tabandan gelen bir gerginlikti.

Siz Genelkurmay Başkanı’na 'Bunlar siyasetin işi, bu meselelere siz karışmayın, her şey de iyi gidiyor' deseydiniz ne olurdu?

- O zaman bana sorardı adam, 'ne iyi gidiyor', 'Tarikatlar Çankaya’yı istila etti, sen ne yapıyorsun' derdi, 'kafanı kaldırıp baksana' derdi.


'Onlar da bu ülkenin gerçeği, demokrasi var, bu seçilmişlerin meselesi' denemez miydi?

- Hayır öyle şey olmaz. Yanlış olan şey seçilmişlerin meselesi olmaz. Seçilmişler yanlış yapma hakkına sahip değildir. Anayasa’ya sadakatle bağlı olmaya yemin etmişsiniz, laik devlet üzerine yemin etmişsiniz, devrim üzerine yemin etmişsiniz. Modern cumhuriyeti korumak size tevdi edilmiş. Siz buna açıkça ters düştüğü için rahatsızlık meydana getiren hadiselere ” varsın böyle olsun “ derseniz o zaman o safa girersiniz. Ve oturduğunuz yerde oturma hakkını kaybedersiniz.

Darbe olur muydu?


- Tarih, olmuş hadiselerle uğraşır, olmamışlarla uğraşmaz...

'28 Şubat darbedir, bunu da Demirel yaptırdı...' deniyor. 28 Şubat’ı en iyi bilen sizsiniz, gerçekten darbe veya yarı darbe miydi?

- Şimdi, 28 Şubat’ı anlatayım da o tek başına hiçbir şey ifade etmez. Bir gazetenin sayfalarına sığacak bir şey değil. '28 Şubat darbedir' diye 28 Şubat’ın üzerinden 11-12 sene geçtikten sonra bu iddialar yapılıyor. Türkiye darbenin ne olduğunu biliyor. Darbe dediğin zaman, darbeciler geliyor, Meclis’i kapatıyorlar yahut Meclis’i kontrol altına alıyorlar, hükümeti ortadan kaldırıyorlar, Anayasa’yı ortadan kaldırıyorlar ve kendilerine göre bir düzen kuruyorlar. Ya idareyi tümüyle ele alıyorlar yahut idare tam kontrol altında tutuluyor. Peki 28 Şubat MGK’dan sonra 29 Şubat günü Türkiye’de hükümet var mı, Parlamento var mı? Var. Anayasa var mı? Var. Peki kimsenin kılına dokunulmuş mu? Hayır. Herkes yerli yerinde duruyor mu? Duruyor. Bunun nesi darbe?

Ama bu nedenle 'postmodern darbe' denmiyor mu? Hükümet ertesi gün var ama, bir süre sonra hükümet de yok, parti de yok...

- Neden postmodern? 4 ay geçiyor aradan, 18 Haziran’a geliyorsunuz. Mart, Nisan, Mayıs geçiyor ve Haziran’ın 18’i. 4 aya yakın zaman geçiyor. Günün başbakanı geliyor ve 'ben istifa ediyorum' diyor. Ona 'istifa et' diyen var mı? Yok. Kendisine ben soruyorum...

'Havada ikmal yapacağız' diyorlardı...

- Ben soruyorum. 'Niye istifa ediyorsunuz?' O (Başbakan Necmettin Erbakan) 'Gerginlik var' diyor. 'İstifa ediyorsun, ben de sana istifa et diyecektim' diyen var mı? Yahut ben ona haber gönderiyorum, MİT Müsteşarı ile vesaire ile , 'ben bunlarla muhatap oldum, yani istifa ediversin a canım' diye. Böyle bir olay var mı? Yok...

Ama siyasi tablo değişiyor...

- Siyasi tablo her gün değişiyor zaten. Şimdi geliyor, 'ben' diyor, 'istifa ediyorum ama başbakanlığı filancaya ver'. Bu benim bileceğim bir iş. Cumhurbaşkanı’nın bileceği bir iş... Ondan sonraki kısmı, gene Meclis’in içinden hükümet kuruluyor, gene Meclis’in güvenoyuna mazhar oluyor, Türkiye yoluna devam ediyor. Bunun nesi darbe? Ben bunu darbe diyenlere diyorum: Allah’tan korkun bunun nesi darbe? Bu işin önü bu. Arkası var.

12 Mart’la benzerliği yok mu?

- Hiç yok. 11 Mart günü ben burada oturuyorum, benim arkamda yüzde 50 oy var. Benim gelip elimden hükümeti aldılar. 28 Şubat’ta kimin elinden ertesi gün hükümet aldılar?

Çiller ve Erbakan ikilisinden de aldılar...
- 3.5 ay sonra oldu o sevgili kardeşim. Onun 28 Şubat’la hiçbir alakası yok. O hükümet gitmezdi. Hükümet başkanı, 'Benim hükümetimin bulunduğu süre içerisinde ülkede gerginlik oldu' diyor... 'Gerginlik mi oldu, o zaman sen git muavinin gelsin, gerginliğe de devam edelim, senin hükümete devam edelim', böyle mi diyecektik? 'Bunu dedirtmeyecektiniz bana' diye sitem ediyor... Görev benim takdirime kalmıştı. Ben doğruyu yaptım.


Tarihe postmodern darbe diye geçti

1995’te birinci parti olan Necmettin Erbakan’ın liderliğindeki Refah Partisi, 1996’da, Tansu Çiller liderliğindeki DYP ile koalisyon hükümeti kurdu.

Erbakan, Başbakan olduktan sonra Mısır, Libya, Nijerya’yı ziyaret etti. Bir çadırda Kaddafi-Erbakan görüşmesinde Libya liderinin söylediği sözler muhalefet ve basından sert tepki gördü.

3 Kasım 1996’da Susurluk’ta meydana gelen trafik kazasında devlet bağlantılı karanlık ilişkiler ortaya çıktı. Erbakan olayı ’fasa fiso’ olarak değerlendirdi. Adalet Bakanı Şevket Kazan ise, çetelere tepki göstererek eylem yapanlar için ‘Mumsöndü oynuyorlar’ dedi.

RP’li milletvekillerinin, yerel yöneticilerin açıklamaları; Erbakan’ın Başbakanlık’ta tarikat şeyhlerini ağırlamasıyla kamuoyunda irtica tehlikesi yaygın biçimde tartışmaya başlandı.

Medyada irtica tehdidine ilişkin birçok haber yayınlanmaya başlandı. 22 Ocak 1997’de Gölcük’te komutanlar irtica tehdidini tartıştı.

30 Ocak 1997’de Sincan belediyesinin düzenlediği Kudüs gecesinde cihad konulu bir oyun sahnelendi. İran Büyükelçisi’nin de katıldığı geceye basında tepki gösterildi. Sincan’a giden gazeteci Işın Gürel dövüldü. 6 gün sonra Sincan’da tanklar geçiş yaptı.

Demirel, Başbakan Erbakan’a mektupla uyarılarda bulundu.

Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya ’İrtica, PKK’dan daha tehlikeli’ dedi.

28 Şubat’ta yapılan MGK toplantısında laikliğin Türkiye’de demokrasi ve hukukun teminatı olduğunu sert bir şekilde vurguladı. 4 Mart’ta Başbakan Erbakan, MGK kararları yumuşatılmazsa imzalamayacağını söyledi ancak 6 Mart’ta imzaladı.

Kararlarla ’irtica’ya karşı zorunlu eğitimi 8 yıla çıkarmak gibi bir dizi önlem alındı.


Hürriyet

5 Mart 2009

Bloglar ve Kimlikler

Takip ettiğim ve günlük olarak okumaya çalıştığım ikiyüz' e yakın blog var. Çok düzenli olmasa da takip etmeye çalışıyorum. Ağırlıklı teknik konular ve siyaset üzerine yazanları takip ederim ama çok keyifle takip ettiğim bir grup kişisel blog çalışması ve hobilerle ilgili olanlar da var aralarında.

Teknik konular malum mesleki amaçlı. Bilişim sektöründeyim, o kadar hızlı gelişen bir dal ki, mutlaka karçırdıklarım oluyor... Diğerlerine gelince...

Kişisel bloglar arasında dikkatimi çeken bir eğilim var; kimliğini gizlemek.


Özellikle kişisel çalışmalarda bu duruma rastlıyorum. Ben de blogumda kişisel görüşlerime, hayatımdan anlara, özel durumlara, çalışmalarıma yer veriyorum ama bazı yazarlar çok daha ileri gidip özel ayrıntılarını da paylaşıyorlar. Arkadaşları, aileleri, sevgilileri, eşleri, gündelik yaşamları, seks hayatları, cinsel fantezilerini paylaşanlar var. Elbette kişisel bir seçim, ben yapamazdım ama isteyen istediğini anlatır tabii ki...

Bu kadar özel ayrıntıya girince de doğal olarak kimliği saklamak gerekiyor. Babanızın çapkınlıklarını, ablanızın flört ettiği çocuklarla yaptıklarını anlatırken bir de onlara yakalanırsanız olacaklar pek de sevimli olmayacaktır :)

Cinsel hayatını bütün ayrıntılarıyla anlatanlar biraz fazla ileri gidiyorlar gibi gelse de, engellenemez bir merakla da okuyoruz. İnsan en yakın arkadaşıyla bile böyle ayrıntıları konuşmazken anlatıldığını duyduğunda kulak kabartıyor ister istemez.

Korkularını, heyecanlarını, zayıflıklarını deşifre edenler, etraflarındaki insanların bütün özel ayrıntılarını anlatanlar...

Elbette bloglar bizim dünyalarımız, istediğimizi yazar, istediğimizi anlatırız. Kim nasıl devam etmek isterse de buyursun öyle devam etsin ama yinede içimden bir ses "daha fazla faydalı içerik" demeye de devam ediyor... Ben ne kadar başarabiliyorum elbette tartışılır.

Magazine olan merakımız insanların özel hayatlarını kurcalama şansı doğunca da doruk noktasına ulaşıyor doğal olarak.

Merakımdan soruyorum, kimlik gizlemek durumunda kalan blog yazarlarının neden böyle bir risk aldıklarını açıklamalarını istesem ?

Happy Mask