Anlatılmamış düşlerim
Çabam
İnanç üzerine,
Güven üzerine...
Geçmişimden kalan tüm acılar ve izlerle,
Beni posaya çeviren,
Çocuk kalbimdeki bütün heyecanı
Söküp alan hayata karşı bir direniş...
Yeniden ayağa kalkabilmek,
Saçlarımın arasında yeniden
Rüzgarı hissedebilmek,
Gözlerimi kamaştıran güneşin sıcaklığını
Tenimde yeniden hissedebilmek adına...
---
Yüreğinin ateşi eline vurmuş
Bir can üzerine arayışım,
Üşüyen zihnimi, yaralanan ruhumu saracak,
Gözümden damlayan kanı silecek bir yoldaş...
Aşılmaz sanılan yollarda,
Uzun ve çetin yolculukları göze alıp,
Korkmadan, düşünmeden, çekinmeden canını koyacak,
Benimle savaşacak bir dost üzerine arayışım...
---
İnanmak için...
Güvenmek için...
Yeniden nefes alabilmek,
Yeniden gülebilmek,
Tek yürek, tek nefes olabilmek için...
(Arala gönlünün kapılarını,
Bütün kırıkları onarayım...)
Yepyeni bir güne, tazelenmiş bir ülkeye, tertemiz düşlere
"Merhaba" diyelim... elele... ve ölünceye dek... masal tadında... ve gün gerçekliğinde...
İndirdim kalemin bütün köprülerini, kırdım kilitleri...
3 Kasım 2009
1 Kasım 2009
İki Nefes Arası
Nefes almadığın an ölmekle eşdeğerse eğer, mütemadiyen ölüp ölüp dirilmiyormuyuz ?
Bir sonraki nefese kadar neler geçiyor beynimizden ? Peki öldüğümüzde neler düşüneceğiz ?
Pişmanlık ? Üzüntü ? Yarım kalan düşler, Ukdeler, Keşkeler ?...
Şimdi zaman bol gibi görünüyor, "bu yaşa kadar neler atlattım ben..." demiyormuyuz hepimiz ?
Ya biraz sonra ? Garantin mi, sözleşmen mi var ? Olmadığına göre ?
Şu anı nasıl böyle hoyratça savurup atabiliyorsun ? Zaman bu kadar mı kıymetsiz ?
Elinin tersiyle ittiğin bütün umutlar, hayaller, sevgiler bir gün zihninde hesap sormayacakmı sana ? Bizzat kendin hesap sormayacak mısın bir gün kendine ?
Emin misin bunların olmayacağına ?
...
Bir sonraki nefese kadar neler geçiyor beynimizden ? Peki öldüğümüzde neler düşüneceğiz ?
Pişmanlık ? Üzüntü ? Yarım kalan düşler, Ukdeler, Keşkeler ?...
Şimdi zaman bol gibi görünüyor, "bu yaşa kadar neler atlattım ben..." demiyormuyuz hepimiz ?
Ya biraz sonra ? Garantin mi, sözleşmen mi var ? Olmadığına göre ?
Şu anı nasıl böyle hoyratça savurup atabiliyorsun ? Zaman bu kadar mı kıymetsiz ?
Elinin tersiyle ittiğin bütün umutlar, hayaller, sevgiler bir gün zihninde hesap sormayacakmı sana ? Bizzat kendin hesap sormayacak mısın bir gün kendine ?
Emin misin bunların olmayacağına ?
...
28 Ekim 2009
Lavinia Gitti
Ne o anlatabildi derdini, beklentisini, sıkıntısını, ne de ben... Arada birşey eksikti, bir yerde bir kopukluk olmuştu ama çözemiyorduk bir türlü... Her söylenen cümle aslında başka birşey anlatıyormuş gibi geliyordu ikimizede. Hep bir tedirginlik, sürekli bir savunmaya hazır duruş vardı.
Uzun zamandır böyleydi diyaloglarımız. Ne kesip atabiliyorduk herşeyi, ne yok sayabiliyorduk. İnanıyorduk aslında ama içerimizde bir yerde hep o şüphe vardı, o sinsi, o kemirgen şüphe; "yoksa yine mi saldıracak"... Hangimiz ya da ne sebep oldu buna hiç önemi yok. Ne bir olay ne de bir başkası olamazdı zaten, sonuçta sebep bizdik ama gerekçelerimiz yoktu; kopuktu zincir, olduramıyorduk...
Varılan noktada kimin ne derece zarar gördüğü, neyi kaybettiği ya da ne kazandığı tamamen anlamsızlaşıyordu çünkü ortada bir sonuç yoktu...
Verdiği karardan onu geri döndürmem imkansızdı biliyordum bunu. Tüm yaşanmışlıkların hatırına ikimizde saygıyla susmaya çalışıyorduk. Kimi zaman öfkemizi, kimi zaman sevgimizi içimize bastırıp, susarak ya da ıslık çalarak geçiştiriyorduk o anı, birbirimizi kırmamaya özen göstererek.
Ama o aklına koymuştu bir kere; gidecekti... ve bir gün gitti... eski dünyasına, acılarına, eğlencesine, yalanlarına ya da gerçeğine; kendisi nasıl tanımlıyorsa oraya döndü. Zamanında kaçmak için bana sığındığı o kalabalık dünyaya...
Üniversite yıllarımdı. Sevgili kedim Lavinia artık yanımda değildi, gitmeyi kendi seçmişti... Aylar sonra bir ara sokakta karşılaştık. Korktu benden ve kaçıp karşı kaldırıma geçti. Sonra da ben köşeyi dönüp kaybolana kadar arkamdan baktı... Ağlıyor muydu ne ?...
Uzun zamandır böyleydi diyaloglarımız. Ne kesip atabiliyorduk herşeyi, ne yok sayabiliyorduk. İnanıyorduk aslında ama içerimizde bir yerde hep o şüphe vardı, o sinsi, o kemirgen şüphe; "yoksa yine mi saldıracak"... Hangimiz ya da ne sebep oldu buna hiç önemi yok. Ne bir olay ne de bir başkası olamazdı zaten, sonuçta sebep bizdik ama gerekçelerimiz yoktu; kopuktu zincir, olduramıyorduk...
Varılan noktada kimin ne derece zarar gördüğü, neyi kaybettiği ya da ne kazandığı tamamen anlamsızlaşıyordu çünkü ortada bir sonuç yoktu...
Verdiği karardan onu geri döndürmem imkansızdı biliyordum bunu. Tüm yaşanmışlıkların hatırına ikimizde saygıyla susmaya çalışıyorduk. Kimi zaman öfkemizi, kimi zaman sevgimizi içimize bastırıp, susarak ya da ıslık çalarak geçiştiriyorduk o anı, birbirimizi kırmamaya özen göstererek.
Ama o aklına koymuştu bir kere; gidecekti... ve bir gün gitti... eski dünyasına, acılarına, eğlencesine, yalanlarına ya da gerçeğine; kendisi nasıl tanımlıyorsa oraya döndü. Zamanında kaçmak için bana sığındığı o kalabalık dünyaya...
Üniversite yıllarımdı. Sevgili kedim Lavinia artık yanımda değildi, gitmeyi kendi seçmişti... Aylar sonra bir ara sokakta karşılaştık. Korktu benden ve kaçıp karşı kaldırıma geçti. Sonra da ben köşeyi dönüp kaybolana kadar arkamdan baktı... Ağlıyor muydu ne ?...
25 Ekim 2009
Arif'e Tarif
Aşkın tanımı ya da tarifi olmaz aslında, olmamalıdır... Doğaldır çünkü, doğaçlamadır. Birdenbire çıkar ortaya, kontrol edemezsin ya da dizginlenemez... Kişinin kontrolü dışında olduğu doğrudur, öyle değilse zaten o aşk değildir... Planlanan, hazırlık yapılan, neler olacağı öngörülen bir ilişki ancak ticaret olarak adlandırılabilir... Diyeceğim; bırakırsın kalbinin dizginlerini, o ne şekilde isterse öyle hareket eder aşık olunca...
Aşk matematik ile açıklanabilecek bir değişkenler dizisi ya da formül değildir. Parametreleri olmaz, olmamalıdır. Onu parantez içine alırsan, matematiksel bir anlam kazandırmış olmazsın, sadece hapsetmiş, cezalandırmış olursun.
Bir takım kimyasal reaksiyonlara sebep olur. Daha zinde, mutlu hissedersin kendini mesela... Ya da karşılığı olmayan bir aşk ise yaşadığın göğüs kafesinde sürekli bir basınç, kalp ritminde dengesizlik, halsizlik ve yorgunluk yaşaman olasıdır...
Başka duygularla tepkimeye de girer ama periyodik cetvelde karşılık gelecek bir değer bulamazsın onun için...
Başka duygularla birlikte yaşanması, vereceği hazzı, mutluluğu, sürekliliğini, geleceğini etkileyebilir aşkın... Mesela;
22 Ekim 2009
Büyük Karşılama
İktidarın daha kimseye net olarak açıklayıp anlatmadan, henüz tam olarak onay alamamış, sadece belli çevrelerce kabul görmüşken apar topar uygulamaya başladığı asli amacı çok da çelişkili görünen açılım politikasının bir adımı olarak malumunuz bir grup terörist güzel ülkemde törenlerle alkışlarla, çiçeklerle karşılandı, yorgunlardır diye sorguları bile uzatılmadan kısa kısa halledilip serbest bırakıldılar... Hem de insanların Atatürk adını andılar diye, ülkemi seviyorum dediler diye hapislere atıldığı, aylarca sorgulandığı, terörist damgası yediği bir hukuk sistemiyle korunan güzel ülkemde oldu bunlar... Hepimiz biliyoruz, takip ediyoruz zaten...
Ben bu konudaki kızgınlığımı, şaşkınlığımı, anlam verememe durumumu nasıl anlatsam, içimdeki nefreti nasıl kussam diye düşünürken, Vatan Gazetesinden Mustafa Mutlu çok güzel toparlamış, paylaşmak istedim... Yazısına buradan ulaşabilirsiniz...
Uyan Türkiye'm !!!...
Ben bu konudaki kızgınlığımı, şaşkınlığımı, anlam verememe durumumu nasıl anlatsam, içimdeki nefreti nasıl kussam diye düşünürken, Vatan Gazetesinden Mustafa Mutlu çok güzel toparlamış, paylaşmak istedim... Yazısına buradan ulaşabilirsiniz...
İçişleri Bakanı Beşir Atalay, “eve dönüş”ün, demokratik açılım sürecinin bir safhası, planın bir parçası olduğunu açıklamış...
Bu sözler, Türkiye Cumhuriyeti’nin yasalara saygılı vatandaşlarından saklanan ‘açılım paketi’nin, PKK’yla ve Kuzey Irak yönetimiyle paylaşıldığının itirafı anlamına gelmiyor mu?
Uyan Türkiye'm !!!...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)